yedi. temmuz. ikibin. yirmi. bir
Bir kadeh şarap daha, yeterince soğumuş bir beyaz, gereğinden fazla dolu bir kadeh bana sorarsan. Şimdi baktım İtalya İspanya’yı penaltılarla yenmiş. futboldan iliklerine kadar nefret eden biri olsam da Sibo buradayken, o -özellikle şampiyonalara meraklı diye- biraz beraber izlemiş, izlerken de güzel güzel eğlenmiştik. benim her sıkıldığımda PENALTI!! OFSAYT!! demem işin en has gerzekliği idi. (Yine kendinin en eğlenceli, en komik insanı olduğunu zannediyor.)
Aslında gece ‘Mare of Easttown’ izlememle başladı; Kate ablamızın köpeği olduğum için, dizi de layıkıyla çekilmiş, oynanmış, kurgulanmış şahane bir dizi olduğu için tabii ki gözüm üstündeydi ama işte orda da cinayetler şunlar bunlar başlayınca yine anında soğudum. Hiç hoşlanmıyorum insanların öldürüldüğü dizilerden ya; yok anası mı yaptı yok bacısı mı yaptı, kan kan, sorgu sorgu, gergin müzik gıy gıy, yakın çekim çek çek, o yüzden ikinci bölümü bitirdiğimde yeterince içim sıkıldı zaten. Dedim o zaman bari maça bakayım, edeleli, terli güzel adam görsün gözüm. Gördüm, güzel terlemiş oğlanlar.
Bir önceki yazıdan sonra yazacak -hava dışında- bir şey olmadığını düşündüm önce, sonra da kendimi hayretlere sürükledim ve küçük küçük tokatladım. Bana sorsan kapalı, rüzgarlı, serin, yağmurlu havada (şikayet etmiyorum aşırı memnumum) kendi yağımızda kavruluyorduk ama işin aslı o kadar da olağan değil. Ozancığım kendine gel.
Bu geçen 20 günde 3 doğum günü kutladık; önce Rana doğdu, sonra Bennu sonra da ben. Raniş uzun zamandır hamileydi (ki en uzunu 9 ay oluyor sanırım) yeni beboyu bir aksilik olmazsa Haziran'ın 28'inde bekliyorduk, bir gün öncesi 27'si de Raniş'in -benim yıllarca gününde hatırlamadığım- doğum günü idi. Rana'nın doğduğu günü yıllarca unuttum ben, 2-3 gün sonra panikle aradım yıllarca, çok özür dilerim çok özür dilerim diye. O da dünyanın en cool, en sakin insanı olduğu için önce bi güler, sonra da 'lafı mı olur, böyle şeylere mi takacağız kafayı?' derdi her seferinde. Bu sefer yıllar sonra onun doğum gününde beraberdik, haliyle beraber kutladık tabii ki. Çikiletalı pasta, yabanmersinli cheesecake, tepsi tepsi bitterballen, oh şarap, oh bira, bolca muhabbet, biraz teras, biraz içerisi, dur bakalım yarın ne olacak derken yarın oldu ve Bennu, yani Rana ile Onur'un ikinci bebeleri doğdu. Kadın bildiğin şakır şakır doğum gününü kutladı, ertesi sabah da gitti doğurdu iyi mi.
Raniş iyi, Bennu iyi, biz iyiyiz diye sevdiklere haber verirken, Anka kuşumu okullara götürür getirirken, aman da ne oldu derken zaman geldi çattı, benim doğum gününe geldi. Yengeçler partisi başlayınca durmuyor arkadaşlar; duygular şelale, hisler ıslak ıslak. Gözler dolu, kalpler pır pır. Ben de 39 oldum arada derede. 2015'e kadar yaşımı, nasıl hissettiğimi, -biraz da olsa- gençliğimi kontrol edebiliyordum bence ama Yunanistan hayatım sonrası, 2020 itibariyle (ve sonrasında vuran pandemi sağ olsun) ne gençlik, ne orta yaş, ne kendim, ne ben hiçbir şey hakkında hiçbir fikrim yok. 40'a merdiven dayamış olmak bana inanılmaz geliyor, düşündükçe delirecek gibi oluyorum; kendimden küçük insanlara toleransla, dalga geçmeden davrandığımı düşündükçe yaşlılığım ağzıma yüzüme vuruyor. Abi deme işin düşer insanlarından biri oldum gerçekten. Fiziksel olarak sarkan yanaklarım, kırışan göz kenarlarım, sarkmaya başlayan kollarım, zaten hiç olmayan saçlarım beni üzüyor. Ama işte yaşlanmanın getirdiği bir yavşaklık var; ' ha tam da böyle, kolum da sarkıyor, ahan sakalım da beyaz, ha hiç saçım yok, canın istemezse tatlım sen bilirsin.' diyebiliyorsun, o kısmı açıkçası şahane. Gençlik hırsı ve azmi diye bir şey var, ay aman allah olmaz olsun o yaa, onla mı uğraşılır gerçekten.
O akşam / gece midye salması, börülce, humus, tereyağlı karides, uskumru, barbunya ve feta saganaki vardı sofrada. Bir şişe de ouzo 12 (dodeka). Facebook'lara (evet hala oradayım) Instagram'lara yeterince yazdığım çizdiğim için burada tekrar etmeme gerek yok her şey olması gerektiği kadar güzeldi. Ne zaman Temmuz gelir, ne zaman doğarım, ay dur daha var derken yine olanlar oldu. Bugün hava yine fırtınalı ve yağmurlu idi, ara da gün batımına yakın güneş biraz ışıldadı, ilerleyen günlerde ne olacak bilmiyorum. Yarın Karen ve Jerome ile dışarı çıkıyorum, Cumartesi Frans'ı ve Valentina'yı ağırlayacağım. Hayat yavaş yavaş kendine geliyor, ben de umarım ondan nasibimi alıyorumdur.