top of page

eindhoven günlükleri (2)

onüç.mayıs.ikibin.yirmi.bir


Bir önceki yazıda gelecek günlerde yağmur beklediğimizi, havanın kapanacağını, soğuk günlerle keyfimizin kaçacağını yazmışım. Dürüst olayım, pek korkulan olmadı, o bir hafta boyunca şakır şakır yağmur yağacağını belirten hava durumu uygulamaları 'o güne yaklaşınca' insanı daha mutlu eden tahminlerde bulundu. Nihayetinde ara ara yağmuru koca pencerelerden izlediğimiz, ara ara balkondaki koltuğu güneşin geldiği o köşeye çekip biraz mayıştığımız bir hafta oldu. Ben halimden memnundum, bahar dediğin böyle olmalı bana sorarsan. Hem mükemmel bir gün batımına da şahit olduk. Denizsiz, susuz, tepeden bakmasında pek numara olmayan şehrimizde bazen öyle güzel gün geceye dönüyor ki şaşırıyorum. Yıllarca bu şehirde hiç bu kadar yüksekte yaşamamıştım, belki de ara ara hep güzel oluyordu ben görmüyordum.


eindhoven sunset

Hollanda'da mekanlar akşam 6'da (akşamüstü diyelim) kapanmak ve sadece dışarda oturmak şartıyla açık. Eindhoven'da her zaman en sevdiğim, hep en sevdiğim Bommel'e uğradım ben de bu yıl ilk defa. Kleine Berg'de yaşarken zaten evime 20 adım uzaklıkta, gecenin köründe sigaram bittiğinde otomatından sigara aldığım, çalışanlarıyla her zaman muhabbet ettiğim, gelen her arkadaşımı götürüp içirdiğim bu eski usül, klasik, müdavimli ve lubunyalı mekanımızda en sevdiğim gençlerden biri çalışıyordu ben gittiğimde. Selamlaştık, iki gram Türkçe biliyor, bana halimi hatrımı Türkçe sordu, ben geldim diye Gülden Karaböcek çaldı. Biraz Türkçe sözlü müziğe düşkün, Altın Gün etkisi hep bunlar, geçen sene de mekana girdiğimde Peyk dinliyordu kendi kendine. Westmalle Tripel'ımı ısmarladım, bitterballen gömdüm, Kleine Berg'de piyasa vakti başlayınca mekandan kalktım sinirlenip. Yaşlı moruklar gibiyim biliyorum ama o tatlı, kendine has Kleine Berg'in şimdi lüks ve üstü açık arabaların yavaş yavaş, vrom vrom sesleri çıkararak geçtiği, Balenciaga ayakkabı giymeyeni dövdükleri bir sokağa dönüşmesi asabımı bozuyor.


kleine berg, westmalle tripel, eindhoven

Geçtiğimiz Cuma günü Ezgi, Bob ve yavruları Homer (siyah dünyalar güzeli bi labrador köpecik) ile de şehir birahanemizi hayırladık. Stadsbrouewerij kaç sene önce açıldı hatırlamıyorum, eski bir elektrik fabrikası binası şehrimizin biracısına dönüştü. Dommel'in kenarında (Dommel bizim şehirden geçen zavallı nehir) kocaman piknik masalarında oturabildiğiniz, üretilen onlarca biranın çoğunun şahane olduğu, yemek de yiyebildiğiniz, çalışanları tatlı bir mekan. Biz öğleden sonra 4'te buluştuk, 6'ya kadar iki saat içinde güneşin altında mayışa mayışa, aylar sonra bir mekanda oturmanın vermiş olduğu gazla tatlı tatlı içtik. Oradan eve geçtik, pizza ısmarladık, şarapları löklök döktük, çok güzel muhabbet ettik, Ezgi ve Bob benden daha genç, çok sevdiğim bir çift. Çok sakinler, çok tatlılar, onlarla vakit geçirmek beni mutlu ediyor. Üstelik Homer'la oynadık, onu öptük, kafasını pötpöt sıkıştırdık, insan daha ne ister. Gecenin sonunda sallana sallana evin yolları.



Dünse bisikletle bir Belçika yapıp geldim. Belçika'da da mekanlar açıldı, üstelik bizimki gibi 6'da kapanmıyor, gece 10'a kadar takılabiliyorsunuz. Günler artık uzadı, neredeyse 10'da kararıyor hava, akşamüstü 5 gibi çıktım, yaklaşık 6 buçuk gibi Achel'daydım. Sınırı geçtikten sonraki ilk kasaba işte, kasaba bile değil aslında, köy diyeceğim ama o kadar küçük de değil, belediyesi var hah öyle düşünün. Kütüphanenin ve kültür merkezinin oraya bir mekan açmışlar, tam kilisenin yanında, kocaman şemsiyeler, birbirinden uzak masalar, dünya tatlısı bir çalışanı var, dedim çök Ozancığım. Achel Blonde yuvarladım iki tane, o bölgede bulunan manastırda keşişler tarafından üretilen bir bira, pek lezizdir, ben pek severim. Mekandan kalkıp biraz kasabanın meydanını dolandım, insanlar açık mekanlarda neşeyle yemek yiyip bir şeyler içiyorlardı. Bunu gördüğüme sevindim, sevinmek saçma geldi, saçma gelmesini geçirdiğimiz dönem yüzünden kabul edilebilir buldum, zincirleme düşünceler. Dönüş yolu zorlu geçti biraz, iki biranın tatlı kafası vurdu, hava soğudu, ben zaten yorulmuştum, iki saate yakın sürdü Eindhoven'a, eve dönmem. Gece 10 gibi zavallı bir halde eve vardım, gelir gelmez yaptığım zeytinyağlı fasulyeyi, mercimek mücverini yedim. Üstüne yetmedi bir dilim kızarmış ekmeğe şakır şakır tereyağı sürdüm yedim. Afiyet olsun tosun oğlan.




Artık günler uzun, şehir çok yeşil, kuşlar çok ses çıkarıyor, insanlar dışarıda ve mutlu gözüküyor. Ne güzel. Sanırım yedi sene sonra ilk kez Hıdırellez'de dileklerimi çizdim, heyecanla bekliyorum; her sene sürekli talepte bulunmadığım, bu kadar ara verdiğim ve çok makul dileklerim olduğu için umutluyum. Hıdır Bey mikrofon sizde. Ediz'in Spotify'da ne dinlediğini sapık gibi takip ediyorum, bugün bir ara Alfa Mist dinliyordu, hiç utanmadan açtım şakır şakır ben de dinledim. Dinlemek isteyen varsa son albümü Bring Backs aşağıda.





61 views
bottom of page