Orta bir bitti bitiyor, evin salonunda babam ‘ciddi bir şeyler konuşacağız’ ifadesini suratına yapıştırdı, gözümün içine bakıyor. Ebeveynlerimin yapmamı istemediği hiçbir şeyi yapmayan aşırı sıkıcı bir ergen olarak (sigara mı içtim ha? arabayı çaldım kaza mı yaptım ha? nefret ediyorum hepinizden mi dedim ha?) ne olduğunu düşünüyorum, ‘kötü’ bi şi yaptığım için cezalandırılıyor olamam, peki ya o zaman akşam akşam ne konuşacağız?
Viyana’ya gidecekmişim bu yaz, teyzemler zaten ordaymış, Almanca öğrenmem gerekiyormuş, ikinci yabancı dili öğrenmek ilerde çok işime yararmış. Babam kariyer şov konuşmalarına devam ederken, yüzümde bir gülümseme beliriyor ‘öf ne eğlenirim tüm yaz Viyana’da’ diye düşünüyorum. Teyzeme zaten bayılırım, kuzenlerim ablam kadar yakın, başka şehirler, Avrupa, o garip binalar falan zaten hastasıyım. Almanca da öğrenilir yaa n’olacak allaşkına. Hadi gidelim o zaman.
Benim ergenliğim hiç kötü geçmedi, o iğrenç ergenlik hallerini daha çok 20-23 yaşları arasında yaşadım. Bir de şimdi yaşıyorum, ay hoş geldin 40 yaşlara giriş. Belki de Viyana yüzündendir, o yaşlarda bir çocuğu başka bir ülkenin başka bir şehrinde, hele yaz aylarında, çok sevdiği insanların yanına postalarsanız o çocuk muhtemelen çok da kötü zaman geçirmez. Ben hiç kötü zaman geçirmedim.
Her sabah 9’da Almanca kursuna gidiyordum; Neubaugasse metro durağından bin, Stephansplatz’da in. Hepi topu 3 durak. Kurs öğlen 12:30 gibi bitiyordu, bazen yürüyerek, bazen yine metroya binip hızlıca eve dönüyordum. Yaz olduğu için Yavuz tatilde, ben geldiğimde genelde yeni uyanmış olurdu. Basketbol şortu götünde, bir ayağını tekli koltuktan sarkıtmış, iki litrelik karton ice tea kutusunu ağzına dikmiş halde olurdu genelde. O da 16 ve 17 yaşlarında başka bir ergendi nihayetinde. MTV ya da Viva açık olurdu televizyonda, Viva böyle özellikle Almanya ve Avusturya’da, MTV’ye alternatif bir müzik kanalı. Ben o zamanlar sadece ve sadece ve kesinlikle ve manyak mısın başka niye bir şey dinleyeyim ki Türkçe sözlü pop manyağıyım. Bostancı Remi Müzik ikinci evim:
Merhaba Sertab Erener’in Lal albümü çıktı mı acaba? Yaaa çıkmadı mı? Peki ne zaman gelir biliyor musunuz? Teşekkürler.
İşte o dört yaz boyunca kulaklarım başka şarkılarla tanıştı, İngilizce şarkılar mırıldanmaya başladım, kuzenlerimin sevdiği şarkıları sevmenin iyi bir fikir olduğuna emindim, çünkü onlar aşırı karizmatik, çok tatlı tiplerdi. Ben de o şarkıları dinlersem onlar gibi olurdum. Mariahilferstrasse üzerindeki Virgin Megastore’dan kasetler / CD’ler aldım. Viyana’dan her -o- yaz döndüğümde, bir Viyana şarkım olurdu onu kalbime kazıdım. İstanbul’a dönünce ‘bu şarkı Avusturya’da çok meşhur’ deyip caka sattım. İşte bu şarkıların çoğu (hatırlamadıklarım elbet vardır) bu listede. Yine kendime bir hatıra bıraktım denebilir. Listenin ‘genre’ olarak tutarlı ya da düzgün olmasını bekleyenler avcunu yalayabilir, Coco Jambo’dan tutun da Army Of Me’ye uzanan bir listeden bahsediyorum sonuçta. Bütün bu şarkılar bana teyzemin evinin tertemiz kokusunu, ilk içtiğim Guinness’i, ilk tekilamı, kendi kendime yabancı bir şehirde yaşamanın ne kadar da güzel olduğunu hatırlatıyor. Zamanla biraz daha şarkı ekleyebileceğimi düşünüyorum, bugün çok heyecanlanarak yaptım çünkü listeyi, her heyecan eksik bir şeyler demektir.
Yazının başlığı ise teyzemin ağzından, neredeyse her sabah dökülen bir soru. Kuzenlerim, sabi beslemeye bayılan analarına inat doğmuş insanlar olduğu için kadına işkence çektirdi. Teyzem iki oğlunu ve bir kızını asla gönlünce doyuramadı. Taaa ki doğuştan obur yeğeni Ozan gelip onla yaşayana kadar. Ben Viyana’da geçirdiğim 2 aylık zamanda 14 kilo alıp döndüm İstanbul’a. Babam havaalanında beni almaya gelmiş dönüşte, beni görünce gözleri yuvasından çıktı. "Yavrum bu ne hal?" dedi tedirgin bir sesle. Çünkü teyzem işte her sabah, neredeyse her sabah bu soruyu soruyordu:
“Yavrum dört tost yeter mi?”
Yeter teyzecim yeter, domuzcuk yeğenine yeter, üstüne de 2 tane Kinder Pingui yedim mi tamamdır.