top of page

6 (altı)

Muhtemelen rakamlardan da medet uman, ya da rakamların kader(ler)ini çizdiğine, değiştirdiğine inanan insanlar vardır; kokuların, bazı bitkilerin, taşların bunu yaptığına inananlar gibi. Böyle şeylere inanmıyorum ama inananlara tepeden bakmamak için uzun zamandır uğraşıyorum, insanların başkalarına zarar vermedikçe ya da başkalarını ısrarla ikna etmeye çalışmadığı sürece bununla ilgili bi problemim yok. Kim nasıl iyi hissediyorsa öyle, o ona iyi gelir bana gelmez. Susmayı öğrenmem gerekiyor, o yüzden susmaya çalışıyorum. Demin yerleri silerken (insan böyle işleri yaparken kafası başka yerlere gidiyor sanırım) bir 6 gerçeği kafama dank etti. 6’lardan bir göktaşı düştü ruhumun tam orta yerine.


Hiçbir sosyal medya platformunun hatırlatmasına gerek yoktu ama onlar durmadılar, sabah kalktığımda, üç beş günün öncesinde hep aklımdaydı zaten. Bugün, tam altı sene önce, yılın altıncı ayının altıncı gününde Atina’ya gittim ben. Bir Cumartesi günüydü, kocaman bir uçakla Atatürk Havalimanı’ndan havalandık uçaktaki onlarca insanla. 3-4 aylığına başka bir ülkede, başka bir hayat denemek istiyordum, çocukluğumun yazlarının geçtiği Yunanistan’ı seçmiştim; neden bunu yaptığımı, neden Hollanda gibi (kimilerine göre mükemmel) bi ülkeden bi süreliğine uzaklaşmam gerektiğini soran herkese sabırla açıkladım. Gittikten sonrasını, gittiğimde yaşadıklarımı uzun uzun yazmama gerek yok, burada onlarca yazı var tüm bunları merak edenler için; en mutlu anlarımdan, en karanlık yerlere kadar.




Yunanistan hayatım ben üç dört ay sürecek zannederken, dört buçuk sene sürdü, aşık oldum çünkü, o zaman işler biraz değişiyor. O kadar sık aklıma geliyor, o kadar sık anıyorum ki Atina’yı, kimi zaman gözlerim doluyor. Sarı sıcak bir hayat geçirdim ben orada; rengi, kokusu, tadı var elbet. Hiçbiri illa güzel ve hoş değil ama bıraktığı bir şey var ruhuma, ne olduğunu biliyor ama tanımlayamıyorum.



Yukardaki fotoğrafın benim için bir hikayesi var. Sarı ile 2016 yazında (al sana yine 6!) Girit’teyiz, anne tarafından Giritli ama bundan bağımsız Girit’i aşkla, alev alev seviyor, biz gitmeden önce adayı ne kadar özlediğini, ne kadar sevdiğini bana 40 kere değilse 440 kere söylemiş. Beraber inanılmaz güzel zaman geçiriyoruz, manitasını ülkesine / şehrine / kasabasına getiren herkes gibi heyecanlı ve gururlu. Arabayla adanın altını üstüne getiriyoruz, yemekse en lezzetlisi, yakamozun en ışıl ışılı, dağ köyleri mis, gözümüzü alan mavilikte denizler, buz gibi raki, arabamızda giderken ansızın çalan ‘Gidiyorum Bu Şehirden’. Bu fotoğrafın çekildiği yere gelmeden önce arabada -hiç hatırlamıyorum- ama bi konu yüzünden tartıştık. Benim nereden geldiğini bilmediğim sinirim, onun da ilişkimiz boyunca hiç anlamadığım alınganlığından olabilir, hatırlamıyorum. Öyle büyük, ciddi bi tartışma değildi, birazcık bi gerildik, birbirimize biraz laf soktuk ve arabadan indik.


Onun huyudur, dünyada en yavaş yürüyen ve dağa taşa, kaldırımdaki papatyaya uzun uzun bakan biriyken alındı mı darıldı mı hızlı hızlı yürür. O incecik bacakları sinirle böyle öne öne gider, saçını falan karıştırır sinirle. O gün de öyle önden önden gitti. Akşamı karşılamak üzereydik, gök maviye pembesini karıştırmıştı, antik bir şehirdeyiz, taşlar taşlar üstüne, ortalık boz mu boz, biraz rüzgar çıkmış, bizimki klip oğlanı gibi kayaların üstünden denize bakıyor uzun uzun. 10 dakika sonra aramızın iyileşeceğini bildiğim içim yüzümde tebessümle onu izlemiştim. Lacivert beyaz Toms pabuçları, lacivert beyaz enine çizgili tişörtü ve lacivert şortu ile olduğumuz yere çok yakışıyordu. Sonra yanına gittim, üç beş muhabbet ile çok da kırılmamış kalbini onardım, güle oynaya indik o kayalardan aşağı, muhtemelen yine çok güzel bi yerde yemek yedik, kaldığımız eve dönerken ben arabada camları açtım, kekik gibi ama kekik olmayan bir koku vardı, onu içime çektim.


Ben altı sene önce, yılın altıncı ayının altıncı günü Atina’ya geldiğim günün gecesinde Sarı otuz altıncı yaşını kutluyordu, o zaman daha tanışmıyorduk. Tanıştık, seviştik, aşık olduk, konuştuk o zaman farkına vardık bu tesadüfün. Onun doğum gününde vardığım o şehirde, şimdi çok güzel hatırladığım, içindeyken tabii ki durmadan söylenip şikayet ettiğim bir hayat geçirdim onunla.


Sürekli sevdiceğini, sevdiceklerini, geçmiş hayatını, eski şehirlerini, küçük maceralarını anan şorolop biri olmak benim de çok hoşuma gitmiyor ama bu yazının bugün çıkmaması gibi bir ihtimal yoktu. Gerçekten yazmama kararı almıştım, kendime artık sinirlendiğim için ama işte bu 6 (altı) gerçeği ile yüzleşince parmaklarım durmadı. Bu fotoğrafa baktığımda oranın nasıl koktuğunu, rüzgarı, kendimi, dünyanın o anki sesini çok iyi hatırlıyorum. Özlediğim -şimdiden- çok şey var, bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum.



İşte geçti bir yaz daha Geçti gitti rüzgar gibi Her batan gün biraz daha Beyazlaşan saçlar gibi


Çırçıplak kurumuş dallar Yapayalnız ıssız yollar Koşup atıldığın kollar Yıllar var ki bomboş şimdi

Gözlerin o gözler ama Bakışın ""unut"" mu şimdi

75 views
bottom of page