biraz daha sakinleştim bence. kaygıdan, endişeden, kendi kendime yarattığım korkudan, yıllar içinde yükünü katlaya katlaya omuzlarımda ağırlaşan özgüvensizliğimden günün farklı anlarında bir süreliğine kaçıyorum en azından. sonra onlara geri dönüyorum tabii. ama her geri dönüşte onların beni gördüğüne daha az sevindiğini hissediyorum. bu da iyi bir şey.
kendime iyi bakmaya çalışıyorum. yapabildiğim kadarını yaparım. özendiğim hayat(lar), o güzel ışıklı evler, o insanın içine işleyen gözler belki beni de bulur, hayatımın içinde dolanır durur. olmayacaksa da bunun dünyanın sonu olmadığını, hayata kötü izler bırakmadığımı, bunun için çabaladığımı kendime hatırlatmam ve bunları benimsemem lazım. öfke insanı kolay kolay terk etmiyor, ben onu içimden çıkarıp bir yere koymayı başaramadım mesela. o beni ele geçirmeden, düzenimi bozmadan yaşamayı öğreneceğim. beraber yaşamayı öğreneceğiz. karanlığımdan sıkıldım, ona geri dönmeye niyetim yok, şeytan görsün yüzünü.
bir süredir teyzeler gibi uzun nefesler alıp veriyor, insanın kulağında çınlayan oflar çekiyorum. iyi gelip gelmediğinden emin değilim ama neden yaptığımı biliyorum. içimden çıkarmak istediğim onlarca şey havaya karışsın, ciğerimde iz bırakmasın, boşluğun istediği yerinde asılı kalsın.
bu ay; bacak bel ağrılarımın azaldığı, fizik tedaviye başlayıp bitirdiğim, haftalar sonra dışarı çıkıp içtiğim, günbatımlarına eski sıklıkta şahit olmadığım, nihayet arkadaşlarımı gördüğüm ve onları yine ne kadar sevdiğimi hatırladığım bir ay oldu. neredeyse hiç film izlemedim ama güzel sergiler gezdim. erim, beni sezer koç konserine götürdü. çocuğa kafam iyiyken sezai diyerek kendi kendime kikirdedim. yunanca müzik atölyesinde devam ediyorum, toplam beş şarkı öğrendik. hocamız fotini çok tatlı biri. bu sene yapacağım ilk seyahate bir buçuk ay kaldı. deniz ve rana hep aklımda, dolayısıyla eindhoven da. anti depresanlara devam ediyorum, tedirginliğim azaldı, daha rahatım. uykum eskisine oranla çok daha iyi olmakla beraber kesintisiz üç saatten fazla uyuyamıyorum. olsun, bu da fena değil.
dün rüyamda sezen aksu ile dertleştim. ona sarıldım ve nedense onun hasta olduğunu düşündüm. hüzünlü bakıyordu. başka bir rüyamda bir okul yangınından kaçtım, alevlerin üstünden zıpladım ve yanan okula uzaktan baktım. pencerelerden onlar kişi yanarak yere düştü, onları görünce ağlayarak koşmaya başladım. daha önce rüyamda hiç bu kadar net ağladığımı hatırlamıyorum. rezalet bir rüyaydı. aynı gecede başka bir rüyada ise sırbistan'dan bir arabayla istanbul'a geldim. ama istanbul'a geldiğimde sırbistan'daki arabayı nasıl bulduğumu unuttuğumu fark ettim ve sırp yetkililerin beni hırsızlıktan yakalayacaklarından korktum. bitmez denilen mart ayı bitti. doktor kazım lakay sokağındaki iki manolya ağacı da çiçeklerini açmıştı. görünce mest oldum. umarım nisan'da daha çok çiçek görürüm, daha iyi olurum. oluruz.
bu ay dinleyip çok sevdiğim şarkı: selena - amor prohibido
selena quintanilla perez texas doğumlu, bir meksika asıllı amerikalı. tejano müziğin kraliçesi olarak biliniyor. genç yaşında çıkardığı albümleri ve söylediği şarkılarla kısa sürede inanılmaz bir üne sahip oluyor. 23 yaşında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybediyor. selena gomez ismini kendisinden alıyor. şarkının ne dediğini asla bilmiyorum ve araştırmadım. sadece duyduğum kadarıyla eşlik etmeye çalışıyorum ve bu bana komik geliyor. amor aşk değil mi? prohibido da yasak demek olsa gerek. al sana yasak aşk. bence ispanyolcam mükemmel.