"artık eskisi kadar yazamıyorum ve bu beni üzüyor. bari kendime koca bir seneyi on iki yazıyla hatıra bırakayım istedim. kendime hatıra bırakmaktan başka bir bok yaptığım yok zaten."
ocak ayı yazısının ortalarında yerde yukardaki cümleleri karalamışım. on ikinci ve son yazı için şu an bilgisayar başındayım. zamanın ne kadar hızlı geçtiğine şaşırmıyorum. çünkü artık öyle geçiyor. daha da hızlı geçecek. istediğim, beklediğim her şey için bir an önce adım atmaktan başka yapabileceğim bir şey yok. onu da yapabilmek için umarım gücüm ve cesaretim olur.
aralık ayı sakin ve güzel geçti. aralık ayında bir evim oldu. yine bizim şu an yaşadığımız mahallede (şenesenevler) bizimkiler küçük bir ev aldılar bana. yıllar sonra kendi evimi kuracağımı bilmek çok garip ve güzel bi his. umarım huzurla, mutlulukla, sağlıkla yaşarım. şubat ayının başında taşınacağım. bol bol koltuk, yok efenim yemek masası, ay cam kapaklı kütüphane bakarak geçti bu ay. evi kafamda bildiğiniz döşedim. ocak ayının son haftası işte hangi mobilya ne zaman gelecek, yok elektrik doğalgaz faturasını nası üstüme alayım, aman o usta gelmiş de bu usta gitmiş muhabbetleri ile geçecek. allah başka dert vermesin. evime yerleşir yerleşmez çiçek alacağım koşa koşa.
18 aralık itibariyle artık ofise geri döndüm. ofise dönmek iyi geldi. bizim kurumun üç binası var ve ben en boş binasında çalışıyorum. aynı katta çalıştığım iş arkadaşlarım da muhabbet etmekten hoşlandığım insanlar. o boşluk, sessiz ofis bana iyi geliyor. çok sesli, herkesle muhabbet etmek zorunda olduğum bir işim olsaydı çok zorlandırdım. öğle arasında genelde astoria'nın alt katındaki ev yemekçisine gidiyorum, biraz mahallede yürüyorum, sonra masama dönüyorum. işler güçler yerinde, ocak ayında küçük tantanalar olacak gibi ama olsun bakalım.
istos korosu olarak moda kültür evi'nde, aras - istos yayınevinin ortaklaşa düzenlediği panayır kapsamında konser verdik. 4 kalanda (yunanca noel şarkısı) olmak üzere toplam 15 şarkı söyledik. konsere ilgi benim beklediğimden de çok oldu, şahane bi duyguymuş. içimdeki korist mutluluktan uçtu. sibel, özgül, melda, cem, uraz, alper ve jack de geldiler. konserin ortalarında kafamı kaldırıp da cem'in omuzlarında uraz'ı gördüğümde el sallamadan duramadım. uraz çok komik bi çocuk, tam bir dilli düdük, tam sevimli bi sarıkafa. konserden sonra kadıköy'de belfast'a oturduk. ayın 21'inde koray'ı gördüm. doğum gününde karaköy lokantası'nda yemek yedik, sonra gün tabii ki zeplin'de bitti. bu ay da elimden geldiğince zeplin'e gittim. müdavimlerinden sevdiğim bir beyefendi var, onunla konuşurken oğlunun eindhoven'da yaşadığını öğrendim. noel tatili için istanbul'a geldiğinde yine zeplin'de buluşuruz dedik. çok ama çok uzun zaman sonra eindhoven'a ilk defa bu sene gitmedim. çok tuhaf hissediyorum kendimi.
22'sinde londra'ya gittim. noel tatili pazartesi ve salı günlerine denk gelince, uygun bilet bulunca da kaçırmadım bu fırsatı. iki tiyatro oyunu izledim; ilki 'feeling afraid as if something terrible is going to happen' idi. tek kişilik, histerik bi lubunya komedisi diyebiliriz. çok iyi yazılmış bir oyundu. samuel barnett'ın performansını ise zaman zaman çok iyi zaman zaman yetersiz buldum. 60 dakikalık alternatif sahne kategorisinde bi oyundu. ikinci oyun ise wyndham theater'da sergilenen bir komediydi: the unfriend. türkiye'de çok rahat bir 'haldun dormen uyarlaması' olabilecek bir oyundu. hiç kafa yormadı, bol bol güldüm ve wyndham theater'a bayıldım. iki oyun öncesinde de tabii ki biramı içtim. londra'da yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biri oyundan önce tiyatronun barında içki içmek. ben ve alkolik zevklerim.
londra her zamani gibi şahaneydi. 24'ünde tuğba ve marco'nın noel için italya'ya gitmesiyle o tatlı evleri ve tatlı kedileri bana kaldı. iki tiyatro oyunu arası londra'nın en civcivli (oxford street, new bond street, piccadily circus, soho, covent garden, trafalgar square) yerlerinde yürüdüğüm için şehrin süslemelerini onbinlerce turistle beraber görme şansı buldum. ışıl ışıldı güzel londramız. onun dışında bir gün ian mckellen'ın pub'ına, the grapes'e gittim. ben oradayken kemal mesaj attı, oradan çıkışta onunla hoxton'da buluştum. kemalciğim her zamanki gibi çok tatlıydı. tabii ki yine brick lane'deki o bagel mekanına gidip salted beigel beef patlattım. noel günü sabah yağmur altında mahallede bi yürüyüş yaptıktan sonra evden çıkmadım. the crown'un son sezonunu bitirdim, şarap içtim, resim çizdim ve philippe'yi sevdim. hava gri, yağmurlu ve ılıktı. son günümde ise evden çıkıp önce brockwell park'a oradan da dulwich'e ve dulwich park'a gittim. güney londra semtlerini keşfetmek çok hoşuma gidiyor. parklarda uzun uzun yürüdüm; o kadar çok köpek vardı ki o yumuşak kulaklıları izleyerek saatler geçirdim sanırım. dulwich park'ta bira aldım, banka oturdum biramı içtim köpekleri ve insanları izleye izleye. peckham yakınlarında bi pub'da yemeğimi yiyip döndüm eve.
parklarda yürürken ister istemez bir sene muhakemesi yaptım. çok bocaladığım, çok kendimle uğraştığım bir sene oldu. yine bir şeyleri çok özledim, yine sevilmediğimi düşünüp üzüldüm, kendimi değerli tutmaya çalıştım ama çok başaramadım. arkadaşlarım, sevdiklerim, ailem yanımdaydı. güzel gezdim, işim iyi gitti, kalp kırmamaya çalıştım ve umarım başardım. gözümü kapattığımda hızlı hızlı sahneler geçiyor gözümün önünden; serifos'ta yağmur yağan günü, mexico city'de rubio konserinde kendimden nasıl da geçerek dans ettiğimi, bacak ve bel ağrılarım yüzünden uyuyamadığım geceleri, sahilde şahit olduğum onca gün batımını, iş yerindeki asansörün açılıp kapanmasını, atina'da lsnadsia'da nasıl da kendimden geçercesine yemek yediğimi, canım arkadaşlarımın güzel yüzlerini, viyana'daki björk konserindeki şaşkın halimi, metrobüs camından gördüğüm boğaz manzarasını, istos korosu ile zarifi apartmanındaki provaları, apartmanımızın yavru kedilerini, canım teyzemi görüyorum. bu sahnelere daha onlarcası ekleniyor. kimisi oldukça sık tekrarlanıyor kimiyse tek bir gez gözümün önünden geçip kayboluyor.
koca sene bitti. tüm sesler, tüm renkler, tüm kokular birbirine karıştı. bazen şahane bir tablo, bazen kulağımdan eksilmesini istemediğim bi melodi, bazen beni başka bir yere götüren bir an oldu. herkese mutlu seneler. sağlığınız keyfiniz yerinde olsun. bu ayın şarkısı: mammal hands - riser.