Viyana'da son günüm. Tam iki sene sonra neredeyse aynı günlerde yine burdayım. Ondan önceki sene de bu zamanlarda gelmiştim. Bu Viyana'ya belki 26. gelişimdir, belki 32. Çok iyi bildiğim, çok sevdiğim bu şehirde, tatsız haberler bizi kuşatmışken, o haberlere inat pırıl pırıl güneşli sonbahar günleri eşlik etti bana. Bugün kuzenim Yavuz'un evinden çıktım, tramvayla Schwedenplatz'da indim, sola dönüp birinci Viyana sokaklarında (Viyana yirmi üç bölgeden oluşuyor, en eski ve tarihi kısmı birinci kısım) daha önceden görmek istediğim sanat galerilerini gezdim. Karlskirche'nin önünden geçerek (şehirdeki en sevdiğim kilise) yine Cafe Savoy'a oturdum. Telefonum artık beşinci senesini doldurduğu ve ben hala onu yeni almışım gibi fotoğraf çekip canına okuduğum için maksimum bir saat içinde kapanıyor ve sonra sarj olsa bile açılması iki saati buluyor. Telefonum kapalıydı, laptopu çıkarıp bi ara karaladığım şeyleri okumaya başladım, o esnada gökyüzü sırasıyla sarı turuncu ve pembe oldu. Dışarda üşüdüm, biraz önce içeri geçtim. Şu an Cafe Savoy'dayım, biraz önce bana çalışan adam Starabrno'nun bir Çek birası olduğunu ve Pils olduğunu, Avusturya birası Gösser'in ise lager olduğunu açıkladı. Göz devirmemek ve 'Kime ne anlatıyorsun dürrük?' dememek için kendimi zor tuttum ve yapmadım. Kibarca gülümseyip teşekkür ettim.
Aşağıdaki mektubu kime yazdığım belli, bu mektubu buraya alıp bilgisayarımdam sileceğim. Böyle küçük adımları atınca kendimi çok cesur ve kahraman hissediyorum çünkü. Herkes benim kadar güzel kendini kandırabilse keşke. Çok uzun zamandır hiçbir şeyi değiştirmek istemiyor ve sürekli geçmişime sığınıyorum. Yeni bir şeyler görmeye ve yapmaya hala çok hevesim var ancak tüm bunları yaptığımda keyfine varamıyorum, yeni gördüğüm bir şehri yazmak, hoşlandığım birinden bahsetmek, şu geçirdiğim 9 günü ballı kaymaklı anlatmak benim için çok zor. O yüzden kendime göre başka bir çıkış yolu arıyorum. Bir ay önce Atina'daydım, benim için çok farklı bir Atina'ydı, yazacağıma, kendime hatıra bırakacağıma söz vermiştim, kılımı kıpırdatamadım. Bu Viyana'yı da öyle es geçmekten korkuyorum, o yüzden bu aylar önce yazdığım mektup sanırım bahanesi oldu. Şimdi ne yapacağım diye merak eden varsa bir bira daha ısmarlayacağım, bu sefer Starobrno olacak, onu bitirir teyzeme giderim, zaten Cafe Savoy'dan teyzemin evi yürüyerek beş dakika. Oradan bi saat sonra çıkar Yavuz'la buluşuruz, bir şeyler yeriz, pek sevdiğim kuzenimle yine durmadan konuşur gülüşürüz sonra eve geçeriz. Sonra ben Viyana'ya veda ederim. "Ayakkabıların evin girişindeki o yeşil sandıkta, en altta, sağdaki kutudaydı, çıkarmışsın, giymişsin. O çok bayıldığım - İtalya’dan aldın biliyorum, hiç söylemediysen 40 kere söylemişsindir - hırkanı zaten çok severim, o dar ama düz omuzlarına yakışır, pantolonu özel diktirdiğini bana anlattın, giydiğinde ‘ ea ama bu sana bol’ demiştim. Hayır modeli buydu, özellikle öyle dikilmişti, ben de yedim. Kuru götünden sarkıyordu, şimdi de sarkıyordur. Saçların uzamış, yine dalga dalga olmuş, yüzün gülüyor şekerim.
Muhteşem bir yerde, bir koltukta, neşeyle gülümsüyorsun; çok sevdiğin insanlarla. Sana sorsak orada o ofisi ister miydin bilmiyorum? Ben senle tanıştığımda, yaşadığımız şehir hakkında konuştuğumuzda, sokakların begonviline dokunup gözlerimizin içine baktığımızda pek de iyi konuşmuyordun hakkında. Ben de seni pek iyi tanımıyordum doğrusu; aslında ne kadar da başka fikirlere ve düşüncelere açık olduğunu, bunun zaman zaman beni inanılmaz sinirlendirdiğini de bilmiyordum tabii ki. Dünyada her fikre açık, herkesi dinleyebilen biri var deseler ıslak bir odun alır ve sırtına geçirirdim ama sen o insanlardan biriydin ve gerçekten bunu yapabilecek biriydin. Bana garip geliyordu bu. Sırtına odun geçirememek bana çok garip geldi, insanları dinliyor, başka yerden bakıyor, sakince cevap veriyor, sesini yükseltmiyordun.
Benden sonra ya da hadi şimdi İclal Aydın gibi konuşayım, bizden sonra ne kadar da iyileştiğini, kendine geldiğini, geliştiğini, çiçek açtığımı hem senden duydum öğrendim, hem de senin içinde oldukların, senin ilişkide bulunduklarından. Biz terasta senle dertli dertli oturuyorduk ve ben sana ne tavsiye ediyorsam hepsini kibarca, elinin tersiyle itiyordun. Hepsini yapmış olduğunu görüyorum; o ofisten çıktın, ailenden kalan evi yeniledin, istediğin işte yükseldin kendine geldin, annene babana bizden bahsettin. Keşke ben de tüm bu süreçte seninle olsaydım.
Çok çalışkan, çok akıllı, çok erdemli birisin zaten, hepsini hak ettin. Seni çok özlüyorum. Her şeyin en güzeli senin olsun."