top of page

mexico city (7) - coyoacán & rubio konseri


Coyoacán şehrin merkezine, daha çok bilinen semtlerine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bir semt. Centro Historico sonrası şehirde en çok ziyaretçi akınına uğrayan yer. Frida Kahlo Müzesi burada, kolonyal dönemin izlerini taşıyan oldukça güzel bir meydanı (aslında iki) var, tekstil ürünlerinden hediyelik eşyalara, yüzlerce seçenek sunan ama insanları en çok yemek mekanlarıyla kendine çeken Mercado de Coyoacán da burada. Sanat galerileriyle, arnavut kaldırımlı sokaklarıyla, rengarenk binalarıyla tam bir gezgin cenneti. Ben Frida Kahlo Müzesi'ne gidip gitmemekte çok kararsız kaldım. İstanbul'dayken müze biletlerini önceden alayım diye bir heveslendim, sonra o kadar da emekli albay olmayayım, Mexico City'e gidince hallederim diye erteledim. Mexico City'e vardıktan sonra -özellikle- semtim San Rafael'de çok güzel zaman geçirdiğimi ve şehrin daha lokal yerlerinde gezmekten ne kadar keyif aldığımı görünce -zorunlu- turist aktivitelerini uygulama konusunu kendimce sorguladım ve Frida Kahlo Müzesi'ni pas geçmeye karar verdim. Hem sanatçının eserlerine özel bir ilgim gerçekten yok, hem de kalabalık bir insan grubuyla (müze haklı olarak oldukça ilgi görüyor) müze gezmek istemedim. Müzede fotoğraf çekmek için ekstra bir ücret ödenmesi gibi sevimsiz kurnazlıklar da beni kendisinden soğuttu. O yüzden bu yazıda müzenin giriş fotoğrafı dışında Frida Kahlo'ya dair bir şey olmayacak ne yazık ki.


Peki Coyoacán nasıl bir yer? Tam da yukarıda anlattığım gibi bir yer. Zamanında aslında kendi başına bir şehir / kasaba iken, Mexico City'nin güneye de doğru genişlemesiyle şehre dahil edilmiş. İsmi Nahuatl dilinde çakalların yeri anlamına geliyor. O yüzden merkezindeki iki küçük meydandan birinde çakallar heykeli var. Diğer küçük meydana ise ülkenin 'babası' ve bağımsızlık uğruna yapılan savaşların lideri olan Hidalgo'nun adı verilmiş. Tüm olaylar bu iki küçük meydan (bahçe / park) çevresinde dönüyor. Ortalık bayram yeri; seyyar satıcılar, çoluklu çocuklu aileleler, şaşkın ve mutlu turistler, sokak müzisyenleri, meydanı çevreleyen onlara yemek mekanından gelen sesler ve kokular, hepsi birbirine karışıyor. Benim Mexico City'de gördüğüm en turistik yerdi bence. Centro Historico yüzey alanı olarak büyük olduğu için orada da binlerce turist olmasına rağmen böyle bir şey hissetmemiştim. Ama burası Meksika denince akla neler gelir sorusuna verilen yüzeysel cevabın bir alana yansımasıydı resmen. Bol bol yürüdüm, semtin daha ıssız sokaklarını bulmaya çalıştım, kolonyal mimariye ve renklerine kayıtsız kalamadım, meydandaki banklardan birine oturup mısır yedim, (üstünde mayonez sürüp bir de peynir ekliyorlar) bol bol fotoğraf çektim. Niyetim bir şeyler içmekti ama o kalabalık ve hengame içinde hiçbir yer çekici gelmedi gözüme. Günün ilk yarısında; üniversite kampüsünde ve Cineteca'da umduğumdan çok vakit geçirdiğimi anlayınca da çok uzun etmeden dönüş yoluna koyuldum. Eve gidip biraz dinlenecek, bir duş alıp Rubio konserine doğru yola çıkacaktım çünkü. Metro istasyonuna yürürken çok tatlı bir dondurmacı çarptı gözüme, yabani havuçlu (onlar öyle açıkladılar) dondurma aldım, afiyetle yedim.




Rubio konseri ve gece tacosu

Mexico City'e gideceğim kesinleştikten sonra yaptığım ilk işlerden biri şehirde bulunacağım tarih aralığındaki konserlere bakmak oldu. Gittiğim her yerde bir konser, tiyatro oyunu izlemek istiyorum çünkü. İspanyolca bilmediğim için tiyatro oyununa gitme fikrini ortadan hemen kaldırdım. Ülkenin Ajda Pekkan'ı Gloria Trevi'nin konseri olduğunu görünce gözlerim yuvalarından fırladı, bir heyecanla hemen bilet almak istedim ama biletler aylar öncesinden bitmişti. Birkaç başka isim çıktı karşıma, Spotify'da hemen üç beş şarkı dinledim. Dinlediklerim arasında Rubio hemen öne çıktı. Kimmiş bu yaa diye bakınca Şilili Fran Straube'nin solo elektronik projesi olduğunu öğrendim. Dinlediğim ilk üç şarkı da hoşuma gidince hiç uzatmadan aldım bileti. Coyoacán sonrası hayatımda yaptığım en kalabalık metro yolculuğu sonrası eve geldim, duş aldım, dolaptan buz gibi mezcal şişesini çıkardım, Rubio şarkıları dinleyerek, mezcal içerek hazırlandım. Evden çıktığımda yağmur başlamıştı. Mexico City'de bulunduğum her gün, neredeyse aynı saatler aralığında yağmur yağdı. Yağmur altında, tatlı tatlı metrobüs istasyonuna yürüdüm. Beş altı durak sonra (tam olarak hatırlamıyorum) Auditorio BB karşımda duruyordu. Sanki şehirliymişim ya da burada uzun zamandır yaşıyormuşum gibi mekanı rahatça bulmam çok hoşuma gitti. Ben böyle anlarda çok gaza geliyorum, yürüyüşüm falan bir değişiyor, insanlara bakışım değişiyor, tam bir küçük aptalım. Konser mekanı şahaneydi, oldukça geniş ve havadar bir konser mekanı. İçki alabildiğiniz mekanlarda sıra çok hızlı ilerliyordu, havalandırma çok iyi çalışıyordu ve Rubio çıkınca ses ve ışık düzenlemesinin de ne kadar profesyonel olduğunu anladım. Konserde çok eğlendim, hiç durmadan dans ettim. Çok iyi ve azgın bir seyirci vardı, alkışlar, bağırmalar, çığlıklar durmadı. Uğraşsam kendime daha uygun ve daha çok eğleneceğim bir konser bulamazdım sanırım.


Çıldırt bizi Rubio!

Konser sonrası adamakıllı sarhoş ve açtım. İlk günden beri gitmek istediğim bir taco mekanı vardı, baktım Roma'da bir şubesi var ve yürüyerek 10-15 dakika uzaklıkta, hemen düştüm yollara. Yağmur sonrası şehir iyice serinlemişti, Cuma gecesi olduğu için sokaklar kalabalıktı, sarı sokak ışıkları Roma'nın güzelim evlerini daha da güzel gösteriyordu. Şehirde çok zamanım kalmadığını düşünüp üzülsem de Mexico City'e gelerek ne şahane bir şey yaptığımı kendime hatırlatarak yine mutlu oldum. Orinoco'ya vardığımda önündeki hayvan gibi kuyruğu görünce iyi bir karar verdiğimi düşünüp sıranın sonuna geçip bekleme başladım. Gel gör ki sıradaki insanlara önceden menüyü dağıtan genco oğlan bana tek başına olup olmadığımı sorup, evet cevabını alınca eliyle 'gel benle' hareketi yaptı ve beni mekandaki tek kişilik yere yönlendirdi. Nadir de olsa tek başına olmanın avantajını kullandım anlayacağınız. Sıradakilerin yanından bir çalımla yürüdüm, bana gösterilen yere oturmadan önce siparişimi verdim, sandalyeme geçtim ve bir hevesle yemeğimi bekledim. Açlığım ve o tatlı sarhoşluğum muhteşem tacolarla dindi. Şehrin çok güzel yerlerini gezip gördükten, muhteşem bir konser izledikten ve midemi şenlendirdikten sonra yürüyerek eve döndüm. Haliyle, mis gibi uyudum.










48 views
bottom of page