annemlere sekiz yumurta götürdüm. son kullanma tarihi 25 haziran yazıyordu kutuda, dönüşümden iki gün sonra. kendime dört yumurta ayırdım. iki günde ben dört yumurta yerim. ama sekiz yumurtaya yazık olur arada. ne çok yumurta dedim. bir de kıvırcık marul götürdüm, yesinler. anam babam tavşanmış meğer. buzdolabının sebzeliğinde havuç, yeşil soğan, kırmızı biber, yeşil biber vardı. hepsini küçük küçük kestim, ayrı buzdolabı poşetlerine koyup derin dondurucuya postaladım. tatile çıkmadan önce buzdolabı sıfırlamak hayattaki en büyük başarılarımdan. döndüğümde tüm onları iki dakikada çıkarır, misler gibi yaparım yemeğimi. hamarat kadınım.
valiz hazır. beş tel saçımı, kırk tel sakalımı kestim. ayak bakımı yaptım. defterimi, boyama kalemlerimi çantama koydum. tırnaklarımı kestim. uzun tırnaklar beni deli eder. bütün akşam tarkan'ın yeni albümünü dinledim. dört şarkıyı çok beğendim, onları tekrarladım durdum. banyoyu sildim, mutfağı toparladım, bulaşık makinesini çalıştırdım, evdeki şarj olması gereken bütün aletleri şarj ettim. annemlerdeyken çok güzel yağmur yağdı. babam tatile keşke bir bayan arkadaşımla gitseymişim, o isteğini paylaştı. cevap bile vermedim, kendimi mutfağa attım, bulaşık makinesini doldurdum. köfte ve salata yedim. bayan arkadaş babandır baba.
annem ve babamın çok eski bi arkadaşı var, parkinson hastası. tamamen yatağa bağlı haldeymiş artık, annem hem arkadaşıyla hem de eşiyle konuşmuş. eşinin ne vefalı olduğundan bahsetti sofrada, hepimizi ne de vefalı dedik, ona katıldık. anneme gelmeyin demiş arkadaşı, beni bu halde görmenizi istemem. annem bunu anlatırken gözü dolmasın diye saçını o koca elleriyle sola attı her zamanki gibi. sonra eniştemi andık, öleli üç sene olacak, birbirimizi duymamış gibi teker teker belirttik. üüüüüüüç. seneeeeeeee. öööööldüüüüüüüü. ağzına köfte atıyorsun, sonra ölümler ölümler, hastalıklar konuşuyorsun. ağzına koca marul parçalarını atıyorsun, olloh şofo vorson diyorsun. ne biçim iş yaa. babam yeni ilacını gösterdi bana, hayırlı olsun dedim ne diyeyim. yağmur dindi, evime döndüm.
iki üç kadeh votka içer, duşumu alır, bir şeyler çizer, seyahat için ayırdığım şeyleri giyerim. boktan siyah şort, beyaz tişört, beyaz spor çorap. kel kafama da bir şapka. tarkan'ın 'çınar' şarkısı çok kalbime dokundu. durup durup dinliyorum. ağlasam şahane olurdu ama bir buçuk senelik antidepresanlık yolculuğum ağlamayı bana yasakladı. yasaklamadı tabii ama kimseye hiçbir şeye ağlamıyorum. bu boktan şarkıyı da dinlerken istesem de ağlamayacağım.
evden çıkmadan bütün pencereleri kapa ozancım. kapıyı iki kere kitle. bi taksiye bin, sabahın karanlığında yeni yağmur yağmış havayı içine çek. nasıl ölücez, nasıl yaşlanıcaz, bir gün gezemezsen ne olur bi onları düşün. içini karart da karart. sonra o yeni şehre gelince hepsini unutursun nasıolsa. başka yüzü, başka kaldırımı, başka binayı görünce endişelerin, korkuların önünde el pençe divan durur. sen o halleri düşün. sen yine kendine bir ev, bir de sevgili bulursun. sonra yalnızlığınla keşmekeş istanbul'a dönersin. yerin 10d, uçağın sabah 7:10'da. kalk şekerim!