Yazı yayınlanma tarihi: Temmuz 2017 (www.themahmut.com)
Şu an mesela Montenegro’nun, Türkçe ismiyle Karadağ’ın (Dizi ismi gibi ülke mi olur ayol?) çok tatlı bir sahil kasabasındasınız. Yunanistan da olabilir burası. Onlarca gün ayı evladı gibi çalışmışsınız, sonunda Outlook ekranı görmeyeceğiniz bir gün gelmiş. “Kayn Rigarz” diyen birileri yok yani. Yanınızda da diyelim ki sevdiceğiniz var, belki yavrunuz da var, ay belki bunların hiçbiri yok, kendi kendinizlesiniz.
Mayonuzu giymişsiniz, şezlonga uzanmışsınız. Bacaklarınıza bakıyorsunuz bembeyaz; plazada, çalıştığınız mali müşavirlik ofisinde, banka şubesinde, öğretmenlik yaptığınız okulda solaryum hizmeti yok pek tabii. Balıkçı da değilsiniz. Balıkçılar hep esmer ve kaslı olur unutmayın.
Öğleden sonra saat 3 gibi düşünelim, bi bira ısmarlamışsınız, buz gibi ama, terliyor güneş ışığı vurdukça bardağı…Ya da bi kadeh şarap, hadi arttırıyorum şampanya. Kokteyl en iyisi bak.
İçmiyor musunuz? Tamam Fanta.
Sosyal medya denen cehennemden çok da ayrı kalamayan birisiniz diyelim, canınız çekiyor ve hemmen bir fotoğraf çekiyorsunuz. Bacaklarınız da o kadar beyaz gözükmüyor zaten, renk gelmiş azıcık. Paylaşmak istiyor, paylaşıyorsunuz. Çok normal. Birileri sizin yüzünüzü, ayağınızı, içtiğiniz birayı, okuduğunuz kitabı, yediğiniz hamburgeri, yüzdüğünüz denizi görüyor. Birileri tüm bunları gerçekten beğeniyor, bazıları da ayıp olmasın diye “layk” ediyor. Buraya kadar her şey tamam değil mi? Günümüz koşulları olduğu gibi işliyor. Devir sosyal medya devri kankeyto.
İşte bir noktadan sonra o diğer “ruh hastası” birileri kısık gözleri, hafif açık ağızları ve hırslı parmaklarıyla yazmaya başlıyor: HAYAT SANA GÜZEL. Dünyaya meteor düşse umursamayacak insanlar o an nevrotik bir cehennemden size megafonla bağırıyorlar. Siz kimsiniz köpek affedersiniz plajda, siz nasıl bir cesaretle yüzüyorsunuz, çüş artık içki de içiyor ve o kumlara değen ayağınızı bizimle paylaşıyorsunuz. Siz yoksa arkadaşlarınızla rakı içip meze mi yiyorsunuz? Siz ne kadar şeref yoksunu insanlarsınız gerçekten.
Artık hayatımızda, yüzüne gülmek zorunda olduğumuz böyle insanlar var arkadaşlar. Hazımsız, izansız, saygısız insanlar bunlar. Çoğu da iş arkadaşımız, komşumuz, kuzenimiz, lise arkadaşımız falan… Bilgisayar klavyelerinde “Caps Lock” yerine “Hayat Sana Güzel” tuşları var onların, iki salise içinde basıp sigaralarını yakıyorlar. Maksat huzursuz etmek olsun.
Bir insanın tatilini, deniz ve güneşle buluşmasını, aldığı ayakkabıyı, o akşam altı ayda bir görüştüğü arkadaşlarıyla yemek yediği mekanı kıskanmak ve tüm bunlara laf etmek kadar acınası bir şey yok. Aynı şeyleri aşağı yukarı -zaten- yapan bu insanların evrene huzursuzluk vermek dışında bir amacı da yok. Her şey, benzer gelir ve sosyopolitik grubun içinde gelişiyor zaten. “HayatSanaGüzel” mafyası asla onunla aynı mekanda ol(a)mayacağı birine bu salak lafı etmiyor, bakıp geçiyor onun paylaştığı fotoğrafa ya da videoya. Derdi gücü kendisine benzeriyle… (Demet Akalın’ın 87 milyor teleye aldığı eve laykı bastın di mi yiğido? Ona bi şey diyemedin.)
“Mmmppff! Emre ve Nergis de Alaçatı’dalarmış… Borçları vardı oysa, hayat onlara güzel…”
Hazımlı olabilmek çok önemli bir meziyet. Sefa ve iyilik dilemek de ha keza… Madem sosyal medya çağında, olabildiğince kolay hareket edebiliyoruz, tavsiyem tüm “HayatSanaGüzel”cileri bir tıkla hayatınızdan çıkarmanızdır. Telefonunuzun, tabletinizin, bilgisayarınızın bi ucunda şeytan kulaklı tanıdıklarınızı barındırmayın. Canınız ne istiyorsa yapın; ördek dudaklı selfie mi, taze pedikürlü ayağınız mı, bikiniden gözüken şahane memeleriniz mi, kaslı omuzlarınız mı, biraz önce yüzdüğünüz turkuaz rengi deniz mi…
Yardırın anacım. #hayatsanagüzel