Yunanistan’da ada malumunuz biraz fazla. Arnavutluk ve Italya’ya yakın olan Iyonya Adaları başka bir dünya, Atina’ya yakın Saron Adaları deseniz onlar farklı, o klasik mavi beyaza boyanmış Kiklad Adaları zaten bir klasik, Türkiye’ye yakın bizim, On İki Adalar diye isimlendirdiğimiz adalar bizim için en bilinenler, Girit desen başlı başına bir ülke gibi zaten. Var da var anlayacağınız.
Çok kez, arkadaşlarım olsun, sosyal medyadan olsun hangi adayı tavsiye ettiğimi soruyor insanlar. Buna cevap vermek oldukça zor. Küçük bir ada mı istiyorsunuz, Atina’dan gidişi 4 saatten fazla sürmesin mi istiyorsunuz, ıssız sahillerde kafa dinlemek mi tercihiniz yoksa hava karardı mı deliler gibi içip coşmak mı istiyorsunuz, “Sadece deniz güneş kum değil ben aynı zamanda dağlar tepeler aşmak istiyorum, kanyonlarda yürümek, nehirde rafting yapmak istiyorum.” mu diyorsunuz? Önce bu soruların bir cevap bulması lazım. Kusursuz ya da en güzel adayı tavsiye etmek o yüzden kolay olmuyor.
İngiltere’nin en ünlü gazetelerinden Guardian ise bu yazıda anlatmaya çalışacağım ada için şu soruyu soruyor.
Nerede & Nasıl ?
Meşhur Mora Yarımadası’nın hemen güneyinde ve Girit’in kuzeybatısında yer alıyor Çuha Adası. Bilinen adalardan herhangi birine çok yakın olmaması ve ulaşımının zor olması kimileri için avantaj. Çünkü ada, o istenmeyen ve tercih edilmeyen kitlesel turizm akınına uğramıyor. Yüzölçümü olarak da fena büyüklükte olmadığı için öyle sıkış tıkış, insan kalabalığına pek rastlamıyoruz burada. Yönetimsel olarak İyonya Adaları’ndan biri aslında ama oraya da maşallah oldukça uzak. Kendi halinde, biraz yabani, az bilinen bir adadan bahsediyorum anlayacağınız üzere.
Çuha Adasına’na Pire’den kalkan feribotlarla 7 ya da 10 saatte ulaşmanız mümkün. Hangi firmayı seçtiğinize bağlı olarak yolculuk süreniz de değişiyor zira bazı şirketlerin filosunda daha yeni, daha hızlı diğerlerinde ise daha eski daha yavaş gemiler kullanılıyor. Bir diğer alternatifiniz ise uçak. Olympic Air her gün, Atina’dan, iki oda bir salon büyüklüğündeki, pervaneli, pek bir sevimli uçaklarıyla sizi adaya taşıyor. Biletleri bir iki ay öncesinden alırsanız oldukça da uygun bir fiyat çıkıyor karşınıza. Uçakla giderseniz, adayı keşfetmek için araba kiralamanızı tavsiye ederim. Çoğu adada olduğu gibi burada da araba oldukça gerekli. Çünkü toplu taşıma sınırlı ve dönemsel.
Tarihi
Yunan mitolojisine göre, meşhur tanrıçamız Afrodit’in doğduğu ada burası. Doğmuş sonra rüzgarlar onu Kıbrıs’a taşımış. Mitolojiye baktığımızda bu olay, benim size anlattığım kadar basit bir şekilde anlatılmıyor ama ben kısa kesiyorum. Kıbrıs için de Afrodit’in adası demelerinin sebebi bu sanırım.
Milattan önce 3000 - 1200 yılları arasında da Minos Uygarlığı / Medeniyeti için çok önemli ticari noktalardan biri olmuş. Batıdan doğuya ya da tam tersi ticaret yolunun ortasında olduğu için genelde burada mola verirmiş gemiler ve tacirler. Sonrasında Spartalılar ve Atinalılar egemenliğine girmiş ada. Bu iki şehir devleti gerileme dönemine girdiğinde ada da önemini kaybetmiş haliyle. Nüfusu azalmış, eski cazibesini yitirmiş.
Orta Çağ’dan günümüze Çuha Adası’nın tarihini 36 kez, burada özetle anlatayım diye okudum ama durumlar çok karışık. Önce Bizans yerleşimi oluyor, aman da kiliseler, manastırlar gırla gidiyor. Hatta Bizans imparatoru Konstantinos, Papa’ya hediye ediyor adayı o dönemde. Franklar arada bir gelip yokluyor burayı ama adaya en uzun süre hakimiyet kuran Venedikliler, 1200 yıllarında artık adanın tek sahibi oluyor. Feodal sistem getiren Venedikliler şehircilik konusunda pek akıllı bıdıklar oldukları için önemli noktalarda kaleler inşa ediyorlar, şehirleri büyütüyorlar. 1537 yılında bir Osmanlı, Barbaros Hayrettin Paşa arası var: deniliyor ki “Barıaros ve askerleri yaktı yıktı milleti öldürdü, öldürmediğini köle olarak yanına aldı.” 1797 senesinde Napolyon çıkıyor karşımıza, Çuha Adası artık Venedik değil Fransız adası oluyor mu oluyor. Bir ara 1800’lü yılların başında Osmanlı - Rus işbirliği egemen oluyor adaya, oradan bir şekilde ada Birleşik Krallık himayesine giriyor. Birleşik Krallık himayesindeyken adada köprüler yollar yapılıyor, okullar inşa ediliyor, su ve kanalizasyon sistemleri oluşturuluyor.
Kanguru Adası
1864 senesinde o zamanlar yeni kurulmuş olan Yunan devletinin bir parçası olan ada günümüz tarihine yaklaştığımızda hüzünlü bir hikayeye ev sahipliği yapıyor. Alman ve İtalyan birliklerinin İkinci Dünya Savaşı’nda adayı işgal etmesiyle beraber, ada yerlilerinin göçü başlıyor. 15 Eylül 1944 senesinde Müttefik Devletler adayı tekrar özgürlüğüne kavuşturuyor kavuşturmasına ancak savaş sonrası yaşanan ekonomik kriz, adanın, savaş döneminden bile çok göç vermesine yol açıyor. Göçenlerin büyük çoğunluğu Avustralya’ya yerleşiyor. Avustralya’da yeni bir hayata başlayan adalılar yüzünden buranın bir ismi de Kanguru Adası oluyor.
Hora (Chora) ve ada köyleri
Daha önceki Yunan adaları yazılarımda da belirtmiştim, Hora (Chora) bir adanın en önemli köyü / kasabası demek. Adanın idari bölümü diyebiliriz kısaca, istisnalar dışında da oranın en güzel görünen, en takvimlere yakışan köyü, kasabası. Ha bir de her Hora’da neredeyse mutlaka bir kale bulunur, unutmayalım. Kiklad Adaları’nı düşündüğümüzde her adanın Hora’sı gerçekten gözümüzü gönlümüzü açar; beyaz boyanmış evler kiliseler, taş sokaklar, Yunanistan deyince aklımıza gelen o mavi renkli sandalyeler, birbirinden tatlı, tek katlı evler hepsi bir paket halinde karşımıza çıkar. Çuha Adası bir Kiklad Adası değil ve dürüst söylemek gerekirse Hora’sı da, benim diğer gördüğüm adaların Hora’sı ile kıyaslarsam oldukça süssüz ve sade. Evet kalesi var, evet sokaklarında yürürken yine onlarca yıl geriye gidiyorsunuz, huzur deseniz huzur, mutluluk deseniz mutluluk ama daha alçakgönüllü daha kendine dönük bir atmosferi var.
Bu durum adanın genelinde de göze çarpıyor. Bugün Paros’a ya da Santorini’ye gittiğinizde, adımınızı atar atmaz, bu adaların güzelliği ve cazibesi sizi çarpar. Çuha Adası’nda önce bir “Eee ne var yahu burada?” hissi sarıyor sizi ama adada zaman geçirdikçe sakinleşiyor ve buraya bağlanıyorsunuz. Yüzölçümü nispeten büyük bir ada olduğu için özellikle Hora dışındaki köylerde evlerin birbirine mesafesi var, hiçbir şey sıkış tıkış değil. Beyaza boyanmış tipik ada evleri de var ama tek katlı, gösterişsiz taş evler de. Her evin kendince bir bahçesi, duvarlarından sarkan begonvilleri var. İnsanlar sakin, koşturmuyorlar ve dediğim gibi ada, kitlesek turist akınına uğramadığı ve daha çok “oralı” olanları ağırladığı için siz de turist olduğunuzu yavaş yavaş unutuyorsunuz. Ben Pitsinades isimli bir köyde kaldım oradayken. Çektiğim Hora ve Pitsinades fotoğraflarını aşağıya koyuyorum. Siz de bir bakın bakalım, anlattığım gibi miymiş köyleri?
Plajlar
Tahmin edersiniz ki adada onlarca plaj var. Ancak ben bu sitede genelde adımımı attığım, gidip gördüğüm yerlerden bahsetmeye çalışıyorum. Yoksa Google denen arkadaşımız hepimizin elinin altında. O yüzden bizzat bulunduğum üç plajdan kısaca bahsedeceğim.
Kaladi: Çoklarına göre adanın en iyi ve en popüler plajı burası. Adanın doğusunda yer alıyor ve üç bölümden oluşmakta. Çakıl taşı sevenler için oldukça ideal. Mükemmel bir denizi var ve küçük bir mağara da mevcut. Hora’ya 15 kilometre uzaklıktaki bu plaja oldukça bakımsız bir yolu kullanarak gidebiliyorsunuz. Arabayı park ettikten sonra ise 120 basamaklık merdivenler sizi bekler. İnmesinde sorun yok ancak plajdan dönerken biraz sancılı olabiliyor. Plajda şemsiye, şezlong yok, o yüzden hazırlıklı gitmeniz ya da erken gidip kayaların gölgesinde bi yer bulmanız gerekiyor. Yanınıza su ve atıştırmalık almayı da unutmayın. Aşağıda kendisini görebilirsiniz.
Avlemonas: Aslında oldukça bilinen bir köy burası. Otel ya da pansiyon seçeneklerinin bol olduğu, birbirinden lezzetli yemekleri yiyebileceğiniz tavernalara sahip, adanın en turistik bölgelerinden biri. Ancak köyün kendi küçük koyu o kadar güzel ki ben burayı plajlar kategorisinde yazmayı uygun gördüm. Doğa ana bize özel, tatlı bir havuz yaratmış sanki. Küçücük koya merdivenlerden ya da taş düz bir platformdan atlayarak giriliyor.
Diakofti: Burası aynı zamanda Çuha Adası’na gelen gemilerin yanaştığı liman. İnsan liman deyince hani biraz pis olur, yüzülmez diye düşünüyor ama yok. Pırıl pırıl ve dibini gördüğünüz inanılmaz bir deniz var burada. Oldukça büyük bir alana yayılmış üç plajdan oluşuyor. Bu yüzden ne kadar kalabalık olursa olsun yer bulabiliyorsunuz. Genelde gemiye binmeden önce son bir kez denize girmek isteyenlerin son gün uğradığı bir plaj ki ben de öyle yaptım. 2000 senesinde Gemlik’e giderken batmış MV Nordland gemisini de burada görebilirsiniz. İnsan gemiye bindiği yerde batık bir gemi görünce biraz tedirgin oluyor ama yapacak bir şey yok. Plaj sığ bir denize ve oldukça geniş koylara sahip olduğu için çocuklu ailelerin de gözdesi bu arada. Çocuklarla aranız çok iyi değilse önceden uyarayım.
Ada aynı zamanda inanılmaz çeşitliliğe sahip bitki örtüsüyle de dikkat çekiyor. Sadece Çuha Adası’nda yetişen onlarca tür bitki var. Endemik bitkilerin yanısıra sadece bu adada yer alan kuş türleri de mevcut. Doğa ve hayvan meraklıları için bir cennet. Bunun yanısıra çoğu adada bulunmayan nehirler ve kanyonlar, outdoor ve macera severlerin de bu adaya gelmesine sebep oluyor. Yazının başında belirttiğim gibi, Guardian gazetesinin, burası için “Yunanistan’ın mükemmel adası Çuha mı?” diye sorması boşuna değil anlayacağınız. Size birbirinden güzel şeyler sunan, kendi halinde, ulaşması zor ancak adımınızı attığınızda zamanla sizi büyüleyen ada burası.