top of page

londra | 2022

merve'nin hediye ettiği moleskin defteri, önce bir seyahat defteri yapmaya niyetlenip, sonra iş yerinde kullanmaya karar vermiştim. siyah moleskin defterimle beni görenler, işimi ne kadar ciddiye aldığımı bilsinler diye herhalde. biraz önce iş için aldığım notlara bakarken defteri neredeyse bitirdiğimi gördüm. son üç boş sayfa kalmış. haliyle defteri şöyle bir karıştırdım ve defterin ilk sayfalarına aşağıdakileri yazdığımı gördüm. hayatımda en sevdiğim şehir londra'ya 2022 baharında gittiğimde, her günümü, sıkıcı da olsa, tüm ayrıntısıyla kendime hatıra bırakmak istemişim anlaşılan. bir de defterin bir bölümünde daha önce yazdığım bir londra yazısını hatırlayıp onun üstüne bir şeyler karalamışım. üşenmedim, tüm yazdıklarımı buraya aktardım. şimdi artık defteri gönül rahatlığıyla bitirebilirim. teşekkürler merveciğim.


30.04.2022

Stansted’den eve gelmem, tren yolu çalışmaları yüzünden planlanandan bir saat daha fazla sürdü. 2 gibi eve vardım, 5 civarı evden çıktım, Waterloo istasyonunda indim.

Gabriel’s Wharf –> Meksika yemeği + Corona

Thames boyunca Millenium Bridge’e kadar yürüyüp oradan karşıya geçtim. Mansion House -> Bloomberg -> Monument rotasında yürüdüm. London Bridge üzerinden tekrar güneye yürüdüm. Shard’ın dibine kadar gelip, oradan Borough Market’i görüp Shakespeare Globe’a, nehir kenarına ulaştım. Nehir kenarından Waterloo istasyonuna yürüyüp eve döndüm.


- Aklımda tuttuklarım -


• Tate Modern – Yayoi Kusama

• London Mithraeum

• Venezuelan Food


01.05.2022

Sabah 8 gibi uyanıp evde neredeyse 12’ye kadar oyalandım. Önceki geceden kalan Staropramen’i bitirdim. Duşumu alıp Greenwich’e gitmek için evden çıktım. Waterloo -> London Bridge -> Maze Hill rotasını izledim. Greenwich istasyonu kapalıydı ama zaten Maze Hill istasyonu Greenwich’e çok daha yakınmış. Queens House, University of Greenwich, Naval College Gardens, National Maritime Museum; bunların arasında dolandım. Royal Observatory’e kadar çıkmadım. Sonra merkeze yürüyüp Greenwich Market, Cutty Sark’ın bulunduğu nehir kenarındaki meydanı dolandım. Nehir kenarından yürüyerek ‘The Pelton Arms’ isimli bir pub buldum. Önce Red Stripe, sonra da ismini hatırlamadığım bir IPA içtim. Grindr’da Dan isimli biriyle yazıştım. Biramı bitirdikten sonra onunla nehir kenarında O2 Arena’ya, yani North Greenwich istasyonuna kadar yürüdük. Solumuzda Canary Wharf, sağımızda Emirates teleferik manzarası vardı. Jubilee Line ile Waterloo’ya, oradan trenle Earlsfield’a döndüm. Pizza yedim, şarap içtim. Heartstopper’ı bitirip uyudum.


02.05.2022

Sıklıkla bölünen bir uyku sonrası 8’e doğru uyandım. Evden çıkmam öğleden sonra 1’i buldu. Earlsfield -> Wandsworth Cemetery -> Wandsworth Common -> Clapham Common -> Clapham High Street -> Little Portugal rotasını izleyerek Vauxhall’a ulaştım. The Cock Tavern’e bakındım ama daha açılmamıştı. O noktadan sonra ara sokaklarda çokça sağ-sol yaparak, geçen gelişimde Ulf ile yürüyüşümüzden sonra geldiğim The Black Dog’a oturdum. Onun öncesinde Clapham’de The Railway Tavern’de bir bira içmiştim. The Black Dog’da önce ılık ve tadı kötü bir IPA, sonra da Black Dog Lager içtim. Yürüyerek ‘Daebak’ isimli bir Kore restoranına gittim. Kore usülü kızarmış tavuk yedim, bira içtim. Mekandan çıktığımda hava çok güzeldi. Vauxhall Bridge üzerinde yürüyerek nehir kenarından Big Ben’e yürüdüm. Yıllar sonra Big Ben’i görmüş oldum böylece. Yine aynı köprü üzerinden bizim tarafa, güneye geçtim. Her yer turist doluydu, muhtemelen bir daha uğramam. Waterloo Tap diye çok tatlı bir yer buldum, oraya oturdum. Bitter Ark isimli bir bira içtim. Adından çok da emin değilim. Oradan çıkıp Tuğba ve Marco’yu görmek için eve döndüm. Devon’dan geldiler onlar da. Tatlı tatlı muhabbet ettik. Ben Tesco’dan iki tane Leffe almıştım, onları içtim. Sonra uyuduk.


03.05.2022

Sabah yataktan 8buçuk civarı, Marco evden ayrılmaya hazırlanırken kalktım. Tuğba’yla zevzeklik ettik, 11’e doğru evden çıktım. Southfields metro istasyonuna yürüyüp oradan District Line kullanarak Victoria’da indim. Oradan kuzeye giden metroyu yakalayıp ‘Islington’ durağından Overground kullanarak Hackney Central’da indim. Mare St. takip ederek önce hızlıca Hackney Museum’u gezdim. London Fields’ı da görerek Broadway Market’a ulaştım. Orada Indian / Bengali sokak yemeği yemeyi planlıyordum ama ortalıkta sokak yemeği büfeleri, standları göremedim. The Museum of Home zaten gideceğim bir müzeydi, onun yanındaki Vietnam lokantasında Pho yedim. Sonra da müzeyi gezdim. Müze gerçekten çok güzel, iyi düzenlenmiş, gezmesi çok zevkli bir müzeydi. Oradan çıktıktan sonra biraz Hoxton, biraz Shoreditch sokaklarında dolanıp ‘Birdcage’ isimli bir puba oturdum. Bi Brewdog Lager, bir de Brewdog Citrus içtim. Gereğinden fazla parlak ve tatsızca yenilenmiş bir yerdi, sanırım bir daha gitmem. Sonrasında Hoxton Square’de yıllar önce Kemal’in önerdiği ‘Happiness Forgets’ koktely barına geldim. Olive Negroni ısmarladım, zaten şu an burada yazıyorum. Olive Negroni inanılmaz güzel, çok tatlı şarkılar çalıyor. Mor gömlekli, saçlarının alt kısmı kazılı barmen çok yakışıklı. Diğer uzun saçlı, Evren’e benzeyen çocuk da çok tatlı. Barmenin yakasında ördek broşu var. Uzun zamandır hayatımda gördüğüm en tatlı şey olabilir.

Buradan çıkıp önce Brick Lane Beigel’a gittim. Yine aşırı lezzetli salted beef bagel yedim. İçimde turşu ve hardal da vardı. Oradan 30-35 dakikalık bir yürüyüş sonrasında Tower Bridge’ı geçerek Bridge Theater’a ulaştım. Oyun klasik anlamda güzel bir tiyatro oyunuydu. Ralph Fiennes inanılmazdı ama bana eksik / yersiz gelen şeyler de oldu. Ne olduğunu düşünmem lazım. Oyundan önce (yanlışlıkla verilmiş) bir cider, oyun sonrasında da bir bira içtim. Tiyatrodan çıktıktan sonra London Bridge’e kadar yürüdüm nehir kenarından. Sonra metro ve tren kullanarak Earlsfield’a yürüdüm.


 

Londra hikayesi nerede başlıyor, nerede bitiyor? Şehre beşinci gelişim ve yine aynı hislerle kuşandığımı hissediyorum. Gözümün önünden geçen arabalar, pencerelerden görünen, çalıştığını düşündüğüm insanlar, döküntüsü üstünde ama güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş evler yine burada, bu şehirde ne kadar güvende olduğumu söylüyor adeta bana. Wimbledon’da geçirdiğim öğleden sonrayı -ve hatta akşamı- yazabildim. Beni çok mutlu eden ve en iyi besleyen şeylerden; insanları gözlemlediğimden, şehrin ışıklarına ve evlerine olan merakımdan, hala bir ev kuramadığım için takılı kalmış, bunalmış zihnimden de bahsettim. Yine de insan ‘hah ne güzel yazmışım, tam da bunları anlatmak istiyordum.’ diyemiyor ama. Çok az kişi okudu yine, n’apalım. / aralık 2021


62 views
bottom of page