Pek Sevdiğim Helenler (1)
Yunanca kursumun ikinci ya da üçüncü gününde öğretmenimiz, 14 kedi anası Dora, kahve molası verdiğimiz sırada ağzından çıkan birkaç cümleyle benim yıllar süreceğini bilmediğim Atina hayatımın parçası olacak bir alışkanlığa sebep oldu; arada sırada kendimi bir mezarlıkta bulmama.
Mets semtinde, avlusunda erik ağaçlarının gölgesinde oturduğumuz, Kiklad beyazına boyanmış, eski bir Atina evindeydik. Ağzından düşürmediği 'Paidi Mou (Yavrum)' ile başladı sözüne ve kursa çok yakın bir mezarlık olduğunu, burada Yunanistan'ın ileri gelenlerinin mezarlarının bulunduğunu, tüm bu mezarların çoğunun göz alıcı mermer heykellerle süslendiğini ve mutlaka görmem(iz) gerektiğini söyledi. Ben o gün kurs çıkışında - her gün 12:30'da biterdi- alnımdaki terleri silerek - öf Atina ne sıcaktı- oraya yürüdüm. Onlarca güzelim ağacın gölgesinde gördüğüm mezar taşları, heykeller, o sessizlik, o huzur beni öyle büyülemişti ki mezarlıktaki 'ileri gelenler' kimlermiş ilgilenmedim. Bir saate yakın dolandım ve mezarlıktan çıkarken gözüm sağda, fallus şeklinde bir mezar taşına takıldı. Mezar taşında yazan ismi okumak için çabaladım, madem bu dili öğrenmeye başladım, uğraşmam lazım.
Meee... li naaaa... mer... kouu -yok dur dur pardon!- kuuu ri.
Oha Melina Merkouri!!!
Maria Amalia Mercouri refahı yerinde, eğitimli, görgülü bilgili, siyasetin içinden bir ailenin biriciği olarak Atina'da doğar. Dedesi Spyros Mercouris yıllarca Atina belediye başkanlığı yapmış; babası milletvekili, aynı zamanda kabine bakanı hop bir de üstüne Panathinaikos takımının yöneticisi; dayısı olimpiyat komitesi başkanı, vay efendim deniz kuvvetleri genel komutanı. Sülale gibi sülale! Bir rivayete göre Melina ismi ona dedesinin hediyesi. Maria Amalia kimlikte yazan isimken ona 'küçük bal' anlamına gelen Melina ismiyle seslenilir hep. Böyle bir aileden, en seçkin okullarda ciddi bölümlerde okuması beklense de derslerle arası iyi değildir Melina'nın. Onun yerine hayallerini oyuncu olmak süsler, tiyatro ve tarih kitapları okur durmadan. Yıllar sonra Cannes'da aldığı en iyi kadın oyuncu ödülüyle, Paris tiyatro sahnelerindeki performansıyla, Amerika'ya uzanan uluslararası başarısıyla taçlanacak macerası, Atina Ulusal Tiyatrosu Drama Okulu'na kabul edilmesiyle başlar.
İbiş gibi oturmuşum banka, metro bekliyorum. Atina'da günler tam da beklediğim gibi geçiyor. Hafta içi her sabah 8'de kurs başlıyor, ben kurstan sonra kursun olduğu semtin yakınlarında takılıyorum, sonra eve gidip ödevimi yapıyor, bir şeyler yazıyor, hava biraz serinleyince yine şehrin sokaklarına kendimi atıyorum. Akropolis metro istasyonunda Melina Merkouri'nin dev bir fotoğrafı var tam karşımda; Parthenon önünde sağ elinde bir buket çiçek var, sol eliyle insanları selamlıyor gülerek. Ne güzel kadın yaa diyorum gördükçe, ne karizmatik kadın. Kypseli'den, kursumun olduğu Mets semtine gelmeyi öğrenemediğim zamanlar bunlar. Meğer yaşadığım evin üç beş adım uzağındaki duraktan bir otobüse binsem neredeyse kursun bulunduğu sokağın başında iniyormuşum. Atina'nın 1978'den kalma -hiç internet sitesi görmemişler gibi tasarlanan- toplu taşıma portalı uzun uzun bakıp incelesem de asla derdirme derman olmadı o zamanlar. O yüzden bir şuursuz gibi evden 15 dakika yürüyüp Victoria Meydanı'ndan metroya biniyor, Monastiraki istasyonunda hat değiştiriyor, Akropolis istasyonunda iniyor, oradan da bir 15 dakika daha yürüyordum. Yaptığım şeyin en pratik, en kısa yollu şey olmadığını biliyordum ama Akropolis metro istasyonunda Melina Mercouri ile karşılaşmak pek güzeldi. Her sabah, her öğleden sonra Melina ile selamlaşıyordum e daha ne?
Melina pek genç yaşında, Atina Ulusal Tiyatrosu'nda eğitim hayatına devam ederken kendinden yaşça büyük bir bey ile gizlice evlenir. Panos Harokopos Cambridge mezunu, varlıklı bir ailenin oğludur. İşi gücü olmayan, sefa düşkünü bi bey de der bazıları onun için. Mesnetsiz iddialar mı bilemem ama servet düşmanı olmanın alemi yok, Atina'nın Akadamias Caddesi'nde at koşturabilecekleri bir eve taşınır evli çiftimiz. Panos Bey öyle çoklarının beklediği 'erkeklik' rollerini oynamaz pek. Melina'nın Atina Ulusal Tiyatro'sundaki eğitimine asla karışmaz, evlendiği kadının kendinden yaşça küçük, ateşli, tutku dolu biri olduğunun da farkındadır. Melina başka birine, Phidias'a aşık olur çok geçmeden. 'Phidias Yadigaroğlu pis işlerde dolanan, mafya bozuntusu bir adam. Zaman Nazi Almanyası'nın Yunanistan'ı işgal ettiği zaman ve Yadigaroğlu gücünü kudretini rüşvetle, şantajla ve yaptığı şeytani ticari hamlelerle, Almanlarla işbirliği yaparak pekiştiren biri.
Melina, Panos ile evli ama Phidias ile aşkta meşkte, herkes herkesin farkında. Beraber takılırlar, mekanlarda barlarda üçü arz-ı endam ederler. Melina'nın Nazi işgali sırasında hiçbir direnişte yer almamasını bazıları hiç affetmez. Yunan gazeteci Rosita Sokou şöyle der hakkında: "Melina'nın aşık olduğu adam Yadigaroğlu, işgal sırasında bir şişe zeytinyağı karşılığında benim bir arkadaşımın annesinden yadigar altın kolyesini aldı ve ben o kolyeyi Melina'nın boynunda gördüm." Rosita Sokou gibi düşünmeyenler de vardır. Yunanistan'da o dönemde sanat camiasında sözü geçen birçok kişi Melina'yı savunmasa da ona kötü laf etmez. Elinden geleni yaptı, Panos Harokopos ile yaşadığı evini onlarca kişiye açtı, maddi yardımda bulundu, bize olabildiğince destek oldu denir genelde. Birçok kişi direnişte aktif olarak yer almadığını kabul etse de yardımlarından ve direniş sonrası onlara gösterdiği vefadan dolayı Melina'ya toz kondumaz. O döneme ilişkin kendisinin ağzından çıkan cümlelerse şunlar: İşgal sırasında yaptıklarımdan gurur duymuyorum. Bu, bir gün yapmam gereken başka bir konuşma. Direnmedim ve belki de hayatımdaki tek pişmanlığım bu [...]
Artık Kypseli'de değil Pangrati' deyim. Yemek yapmaya üşenip 'Souvlaki' ısmarladığımız bir akşam. Biraz konuşur gibi yapıp lop lop atmışız ağzımıza her şeyi, ben yine pita övmüşümdür muhtemelen yerken: üf ne yumuşak aman da ne sıcak! Yemek sonrası koltukta üstümüzde battaniye, elektrikli radyatörü de açtık televizyona bakıyoruz. Kanalları bir hızla değiştiriyoruz, bi ara karşımıza siyah beyaz bir film çıkıyor. Ben ekranda görünen ince belli fıldır gözlü o şahane kadına bakarken 'Ah Melina mou!' dediğini duyuyorum onun. O kumandayı önümüzdeki sehpaya bırakıyor, ayağını benim kıçımın altına yerleştiriyor tatlı tatlı gülerek., başının altına kırlent alıyor. Bu; şu an televizyon ekranındaki filmi mutlaka izleyeceğiz ve başka bir seçenek yok demek. Filmde Pire'nin şıkırşıkır fahişesi İlya var. Bildiğini okuyan, otorite nedir tanımayan, sahibi olmayan, başına buyruk, istediği kişiyle sadece o istediği zaman sevişen, liman işçileri ile arkadaş olmuş, boğuk sesli, koca gülüşlü bir kadın. Onu ehlileştirmeye çalışan Amerikalı beş para etmez bir adama kanar gibi oluyor ama sonra içindeki özündeki ne varsa onunla yaşamaya devam ediyor. Filmde abartılı oyunculuk, turizm kültür bakanlığı tanıtım videosu olacak kadar banal sahneler, gereksiz muhabbetler ve bunlara değen her türlü öğe mevcut ama laf edecek halim yok. Son Yunan Tanrıçası Melina'ya ben de hayran hayran bakıyorum o akşam.
1944 senesinde Atina'da tiyatro sahnelerinde başlayan, sonrasında Paris sahnelerinde devam eden kariyeri ile şöhret basamaklarını tırmanıyor Melina. 1960 senesinde çekilen Never On Sunday (Pote Tyn Kyriaki) ile şanını şöhretini iyice cilalıyor. Başına buyruk İlya ona Cannes Film Festivali'nden en iyi kadın oyuncu ödülünü; BAFTA, Altın Küre ve Oscar en iyi kadın oyuncu adaylıklarını getiriyor. İlk kez beyaz perdede göründüğü, 1955 senesinde çekilen Stella filminde de yine gururlu ve bağımsız bir kadın. Melina muhteşem oynuyor oynamasına ama her rolüne kendini de katıyor, belki de bu yüzden kendine hayran bırakıyor herkesi. Ağzından sigarası düşmeyen bu koca gözlü kadın herkesin aklını başından alıyor. Harokopos ile evli olduğu yıllar boyunca önce Phidias Yadigoroğlu'na aşık olan Melina yine bu evliliğin sürdüğü dönemde, 1940'ların sonunda bu sefer Pyrros Spyromillos'a gönlünü kaptırıyor. 1956 senesine kadar yedi sene sürüyor bu beraberlik ve ayrılmalarından beş sene sonra 1961 senesinde Pyrros Spyromillos hayata veda ediyor. Üstünden seneler geçmiş olmasına rağmen onun ölümü Melina'nın hayatında bir dönüm noktası oluyor. 1962 senesinde, 20 seneyi aşkın evlilikleri boyunca başka aşklara yelken açtığı Panos Harokopos ile yollarını artık ayırıyor. Aynı sene, Never on Sunday'ın yönetmeni Jules Dassin'in yeni filmi Phaedra'da oynuyor ve bildiniz; onunla yıllarca sürecek hayat arkadaşlığı ise yine aynı dönemde başlıyor. Melinamız biraz çapkın, Melinamızın gönlü herkese yetecek kadar büyük.
Atina'ya gelenin haddi hesabı yok. Arkadaşlarım zaten geliyor gelmesine ama mesela Twitter'da & Instagram'da senelerdir takipleştiğimiz insanlar da şehirde; bir mesaj atıyorlar bana, kahvedir biradır neyse onu içiyor, güzel güzel muhabbet ediyoruz. Ne bileyim annemlerin bir arkadaşı da oradaymış mesela, onları da görüyorum. Tüm bu gezmelerde, buluşmalarda ister istemez, şehri daha önce görmemiş biri varsa Akropolis civarında, şehrin en civcivli turistik yerlerinde dolanıyoruz haliyle. O bölgede yer alan Vasilisis Amalias Caddesi üstünde, neredeyse Hadrianus Kemeri'nin karşısında Melina Mercouri anıtı bulunuyor. Filmlerindeki o fıldır gözlü, incecik bilekli, kahkahasıyla gönülleri çalan kadından ziyade karşımızda ciddi mi ciddi, şakaya neşeye pek izin vermeyen, mürebbiye kılıklı bir kadın var. Anıtın önünden geçerken her seferinde ısrarla yanımdaki kimse ona Melina'yı üç beş kelimeyle anlatmak istiyor ama büyük ihtimalle onlara bi şey ifade etmiyorum: Ya işte Melina Mercouri, Never on Sunday diye bi film vardır izlemişsindir orada oynuyor (boş bakan gözler...) sonra kültür bakanı oldu, Cunta döneminde karşı çıktı, albümler çıkardı, aynı zamanda da şarkıcı yani, sonra Elgin (Parthenon) mermerleri için savaştı, Melina Mercouri işte ya!! Biliyorsun değil mi? (boş bakan gözler...)
Nazi İşgali sonrası bir de iç savaş görmüş Yunanistan'ın burnu boktan çıkmaz. Sırada 1967 senesinde başlayan ve 7 sene sürecek askeri cunta dönemi vardır. General Stylianos Pattakos yönetimindeki Yunan ordusu ülkenin başına geçmiş ve çok karanlık geçecek bir dönemin başlamasına sebep olmuştur. Melina, Jules Dassin ile 1966 senesinde evlenmiş ve onun yönettiği birkaç film sonrasında -seneler önce Paris'te olduğu gibi- bu sefer Broadway sahnelerinde bulmuştur kendini. 21 Nisan 1967 günü Yunanistan'ın karanlık askeri cunta dönemi ilan edildiği sırada Amerika'da yaşayan Melina, cuntaya karşı uluslararası medyanın dikkatini çekmek için elinden geleni ardına koymaz. Yunanistan'a gitmeyin, bu yönetimi tanımayın, onlara destek olmayın der her seferinde. Nazi işgali sırasında kimilerince yeterince direniş göstermediği için suçlanan bu kadın şimdi artık bekleneni yapıyordur. Askeri cunta yönetimi, binlerce kilometre uzaktan gelen bu sese kendince en büyük cezayı verir ve Melina'yı vatandaşlıktan çıkartır ve tüm mal varlığına el koyar. Tiyatro oyununun bitiminde kendisiyle röportaj yapan ve vatandaşlıktan çıkarıldığı hatırlatılan Melina Mercouri kameralara bakar ve o boğuk sesiyle şu cümleyi söyler: ' Ben Yunan doğdum, Yunan öleceğim. Pattakos bir faşist olarak doğdu ve öyle ölecek.'
Hiç bitmeyecek gibi gözüken o kötü yıllar, o garip zamanlar biter. Cunta dönemi düşer ve 1974 senesinde Melina ülkesine, şehri Atina'ya döner. Vatandaşlığını da şakır şakır geri alır tabii ki. Yunanistan'ın siyaset sahnesinin en önemli figürlerinden biri olan PASOK'un kurucu üyelerinden biri olur. Yıllar önce ailesi sebebiyle siyasetle uğraşması ya da ilgilenmesi beklenen ama kendini tamamen başka bir dünyaya adayan Melina kadının pek adı olmadığı 70'ler 80'ler Yunanistan'ında parti üyesi olur, kültür bakanı olur, milletvekili olur. Erkeklerin hep ve çok konuştuğu bir dünyada, oynadığı filmlerdeki karakterine benzer başına buyruk Melina ipleri eline alır ve ne istiyorsa, neye inanıyorsa onun peşinden gider. Zamanında İngiltere'ye kaçırılan ve British Museum'da sergilenen Elgin Marbles (Elgin Mermerleri) için çok uğraşır. İşin en güzel kısmı; bu muhteşem mermerleri o zamanlar Osmanlı'daki Birleşik Krallık büyükelçisi olan ve kaçıran Lord Elgin'in ismiyle değil, ait oldukları Parthenon ismiyle anar. Melina için onlar Parthenon Mermerleri'dir. Ne yazık ki istediğini elde edemez, o mermerler Yunanistan'a dönmez ama Melina Yunanistan için muhteşem işler yapar, ülkesini, şehri Atina'yı dünyaya en güzel şekilde tanıtır, Avrupa Kültür Başkenti organizasyonu onun girişimidir, Atina'ya gelip de ziyaret eden herkesin hayran olduğu Akropolis Müzesi fikri ondan çıkar, Yunan vatandaşlarının müzeleri ve arkeolojik siteleri bedava gezmesini sağlayacak yasanın çıkmasına sebep olur, 2004 senesinde doğduğu yere dönen Olimpiyatların 1996 senesinde Atina'da gerçekleşmesi için elinden geleni yapar. O göremese de 8 sene sonra Olimpiyat ateşi o çok sevdiği şehrinde yanar.
Atina'daki son 6 ayımda tek başıma Mets semtinde, Atina Birinci Mezarlığı'na bir taş atabileceğim uzaklıkta yaşadım. 2015 senesinde öğretmenim Dora bana burayı önerdiğinde Kypseli'de gününü gün eden, -o- şehirden gideceğine emin biriydim. Sonra Pangrati'de başka bir evim ve sevdiğim oldu, o günler bitmez zannettim ama bitti. Bir süre sonra bu garip evde buldum kendimi. Kötü ve huzursuz geçen günlerde, karanlık ve soğuk bir evden sıkıldığımda, şehir üstüme gelirken düzenli olarak yaptığım tek şey vardı: Atina Birinci Mezarlığı'na gitmek. Ölümü görmek, ölümden ders almak, sonsuz uykudan kendime ulaşan huzuru hissetmek benim kendime gelmek için yapabileceğim en iyi şeydi. Bir de güzel mi güzel ağaçlar, o narin sanatçı ellerden çıkmış heykeller vardı.
O mezarlıkta -ileri gelenleri düşününce- kendimi yakın hissettiğim sadece biri vardı; Melina Mercouri. Gerisi hep kodaman iş insanları, politikacılar, din insanları, şu bu... Mezarlığa, taşlara heykellere, o güzelim ağaçlara bayılıyordum ama tek selam ettiğim insan Melina idi. Bir tek onu anlayabiliyor, onu tanıyordum çünkü. Onun yaptıklarını yapmak, onun kadar işveli, onun kadar boğuk sesli, onun gibi güzel ve asi olmak isterdim sanırım. Atina'dan taşınmadan önceki gün, gerçekten -son bir kez- yine yanına gidip Melina ile vedalaştım. Veda edebileceğim tek bir kişi vardı.
Melina Mercouri 6 Mart 1994 günü hayata gözlerini yumar.
10 Mart 1994 günü, Atina'da onu son yolcuğuna on binlerce insan uğurlar.
Melina'dan bize filmleri, o güzel gözleri, o insanı kışkırtan gülüşü, o boğuk sesi, şarkıları ve Atina'nın her köşesinde saklı izleri kalır.