İlk olarak tarih kitaplarında adına rastladığımız ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en dikkat çekici dönemlerinden birinde, Kanuni Sultan Süleyman döneminde sadrazamlık yapmış İbrahim Paşa’nın lakabını sanırım çoğumuz biliyoruz; Pargalı. O kitapları çoktan rafa kaldırmış olsak da üç beş sene öncesinde yayınlandığı andan itibaren fırtınalar koparan “Muhteşem Yüzyıl” dizisi sayesinde tekrar hatırladık kendisini. Bu yazıya neden kendisinden bahsederek başladığımı da muhtemelen anlamışsınızdır. Yunanistan’ın kuzeybatısında bulunan, İbrahim Paşa’nın doğduğu bu küçük şehre, Parga’ya düşüyor bu sefer yolum.
Yabancı olduğu kadar yerli turistlerin de gözdesi olan Parga’nın tarihine baktığımızda çoğu Yunanistan şehri ile ortak öğeler buluyoruz. İlk olarak Normanlar tarafından, 14. yüzyılda fethedilen şehir, sonrasında Venedikliler'in egemenliği altına girmiş. Bu dönemde de altın çağını yaşamış; şehrin kalesi o dönemde inşa edilmiş, Pargalılar sadece iyiye giden ekonomi yüzünden değil, Venedikliler’in adil yönetimi sayesinde de oldukça huzurlu ve güzel günler geçirmiş. Venedikliler Pargalılar’a iyi davranmış, Pargalılar ise karşılığında zeytin, zeytinyağı, sabun üretmiş, Venedik filosuna malzeme desteğinde bulunmuş. 1797’de Fransızlar’ın, 18 sene sonra ise İngilizler’in eline geçen şehir o döneme kadar Epirus bölgesindeki tek Hrıstiyan şehir olma özelliğini korumuş. İngilizler ve Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanan bir antlaşma sonrasında 1817 senesinde Osmanlı’ya teslim edilmiş. Osmanlı boyunduruğu altında yaşamak istemeyen ve köle olacaklarını düşünen yaklaşık 4000 Pargalı, atalarının küllerini kemiklerini, bayraklarını, kişisel değerli eşyalarını alarak Korfu Adası’na göçmüş. bu göçün şehir ve Pargalılar için önemi büyük. Korfu’dan memleketlerine geri dönme arzusuyla yanıp tutuşan Pargalılar bu emellerine ancak, yaklaşık 100 sene sonra kavuşabilmiş. Parga, 1913 senesinden itibaren ve halen bir Yunanistan şehri.
Preveza ve Igoumenitsa arasında yer alan şehrin, bugün bu kadar ziyaretçiyi ağırlamasının sebebi coğrafi olarak mükemmel bir yerde konumlanmış olması. birbirinden güzel koylara sahip Parga’da evler, dağın yamaçlarında, amfi tiyatro düzeniyle inşa edilmiş. rengarenk boyanmış bu evlerin çoğunun manzarası nefes kesici türden. Klasik bir tabir olacak ama yeşil ile mavinin en görkemli şekilde buluştuğu şehirlerden biri burası. Şehir sakinleri turiste alışık ancak turizm sayesinde gözleri dönmüş değil neyse ki. Şehrin yokuşlu sokaklarında birkaç geleneksel Yunan(istan) hediyelik eşyaları satan dükkan var sadece, o kadar. Yüzmek için çok uzaklara gitmemize de gerek yok; şehrin sınırları içinde bulunan Krioneri, kendi adını taşıyan Parga ve Valtos plajları en huysuz misafiri bile tatmin edecek cinsten. Kendisi oldukça minik olduğu için gelen ziyaretçiler genelde motosiklet kiralayıp çok uzakta olmayan yerleşim birimlerine ya da plajlara da gidebilirler. Zor olsa da denizden ve plajlardan uzaklaşmayı göze alanlar ise Parga Kalesi'ni, Vlacherna Manastırı'nı görebilirler. Peki bu neredeyse her şeyi kusursuz olan şehrin nesi kötü derseniz, Atina’ya olan uzaklığı diyebilirim sanırım, Parga’ya gitmek pek kolay değil. uçakla yolculuk etmek isteyenler önce Yanya’ya gidip, oradan Parga’ya geçebilir. Hem biraz tuzlu hem de zahmetli bu seçeneğe alternatif eski usül otobüs öneriyoruz. Atina’dan her gün kalkan otobüslere binebilir, Preveza’da aktarma yaparak Parga’ya ulaşabilirsiniz. Selanik'ten gelecek olanlar ise İgoumenitsa'da aktarma yaparak ulaşabilir Parga'ya. Atina'dan yolculuk yaklaşık 8 saat sürüyor. Araba kiralarsanız bu süreyi 6’ya düşürebilir, daha rahat koşullarda yolculuk edebilirsiniz. Ben parga’yı, burada daha önce hakkında yazısı bulunan Yanya ile birleştirip öyle ziyaret ettim ama şehrin kendisi ve çevresi özellikle yaz aylarında, bir haftalık ve hatta daha uzun süre tatil yapan turistlerin de tercihi. Yolunuzun düşmesi dileğiyle.