23.07.2021 - Cuma
09:21
2008-2015 arası Hollanda’da yaşarken ülkeyi çok gezerdim. Haftasonu hop atla trene bi şehre git, kal orada, eve dönerken arada başka bir şehre de uğra, üç beş saat gez, yemeğini ye biranı iç. Bu sayede saçmasapan şehirlerden pek kimsenin uğramadığı Friesland’a kadar bir çok yerini gördüm. Bugün yıllar sonra hiç görmediğim iki şehrine gidiyorum: Bergen Op Zoom ve Middelburg. Şu an trendeyim, Tilburg’da aktarma yapayım, sonra yazmaya devam ederim.
10:03
Aktarma yapmak için yedi dakikam vardı, o sırada hazırladığım sandviçin yarısını gömdüm bir güzel. Bir de mercimekli salata yapmıştım dün, ondan da aldım yanıma, öğleden sonra bir ara da onu gömerim. Yanımda su, salata, sandviç, her türlü ıslak kuru mendil, kolonya, yedek maske, kafama sarmak için poşu, yedek tişört, çorap, kalem, powerbank, fotoğraf makinem ve macbook var. Cevat Kelle gibi geziyorum ortalıkta. Hava güneşli 24-25 derece olacakmış, gezmek için daha güzel bi hava olamaz, hoş ben güneş altında bi 10 dakika kalırsam kesin yine söylenmeye başlarım. Roosendaal’da yine tren değiştiricem ama daha oraya ulaşmama 30 dakika var.
10:34
Yine tren değiştirdim, ceylan gibi o perondan bu perona, o istasyondan bu istasyona sekiyorum. Dokuz dakika Bergen Op Zoom’dayım. Brabant’ın (Eindhoven’ın da içinde bulunduğu eyalet) en eski şehirlerinden biriymiş, e Middelburg’a giderken yolumun üstünde, tee kaç sene önce Iwona bir kere çok tatlı bir şehir olduğunu söylemişti, o da aklımda. E neden olmasın? Zaten küçücük şehir, 12 dakikada bitiririm ben orayı, hadi bilemedin 43. Bir önceki trende iki ergen kadın bir konuştu, ay bir konuştu, kafam şişti. Bi şey demedim tabii ki, yaşlandıysak öyle pis, antipatik, huysuz yaşlı olmadık daha.
13:50
Haydi o sokağa gir, dur şu bina ne, aman ne tatlı dükkan derken yedi kilometre yürümüşüm Bergen Op Zoom’da. Hiç fena bi şehir değilmiş gerçekten, içim açıldı. Grote Markt (Büyük Meydan) çok sempatik gözüküyor, kocaman bir kilise (Sint Gertrudiskerk) ve onun fallik kocaman kulesi etrafında cafeler, yemek yeme mekanları var. Zaten şu büyük meydanın tek çirkin olduğu şehir bizim zavallı Eindhoven, onun dışında her şehrin meydanı pek fiyakalı. Bu arada trende yine iki ergen kadın var camdan dışarı bakarken gördükleri her şeyin ismini yüksek sesle tekrarlıyorlar: aaa inekler, aaaa nehir, aaaa tarla, aaaa atlar. Ben en iyisi yerimi değiştireyim.
14:02
Hah ne diyordum, şehir 800 senelik eski bir şehirm(miş), Markiezenhof Hollanda’nın en eski şehir sarayıymış, avlulu, kemerli, bahçeli, kuleli pek alımlı pek güzel bir eser gerçekten. Şimdi müze olarak kullanılıyor, işte buranın tarihini yok düklerini yok kontlarını yok efenim markizlerini gösteriyor tanıtıyor. Ben Middelburg’de Zeeuws Museum’a gideceğim için aynı gün içinde iki müze görmek istemedim. Aşağıya Markiezenhof fotoğrafını koyuyorum. Bunun dışında şehirde Oude Stadhuis (belediye eski binası) Gevangenpoort (Mahkumlar Kapısı) da görmeden geçilmemesi gereken ama zaten illa ki karşınıza çıkan binalar. Onların fotoğraflarını da koydum gitti, hadi yine iyisiniz gençler. Ben şimdi bi yirmi dakika dinleneyim, Middelburg’da daha çok yürüyüp daha çok yorulacağım.
16:05
Middelburg'a saat 14:30'da vardım. Zeeuws Museum’dan çıktım, müzenin olduğu meydanda kocaman bir ağacın gölgesinde sakin sakin oturuyorum. İstasyondan buraya yürüdüm, şehir inanılmaz tatlı gözüküyor, şimdi uzun uzadıya en az iki saat yürürüm bence, hava çok güzel ve ortalık kalabalık ama insanı geren götgöte bi kalabalık durumu yok, benim gibi elinde fotoğraf makinesiyle gezen insanlar oldukça fazla. Müze küçük ama güzel bir müzeydi. 12. yüzyıldan kalma bir manastır binasında bölgede yapılan savaşların resmedildiği devasa goblenleri, geleneksel Zeeland kostümlerini, çağdaş sanat işlerini görebiliyorsunuz.
Kişi başına en çok köpek düşen Hollanda şehri burası galiba, iki kişiden birinin ayaklarının dibinde kıvrıkspor, ıslak burunlu, kumralından sarışına, tomruk kafalısından uyuz suratlısına, bıdık bacak uzun bacak onlarca köpek gördüm. Tabii ki şikayet etmiyorum.
17:16
Tahmin ettiğimden çok çok daha güzel bir şehirmiş burası. Hoş Hollanda’da Middelburg’un güzelliği pek konuşulur, çoğu insan tarafından da bilinir ama gerçek bir minnoş şehir. Keşke bu kadar cehennemin dibinde olmasa, daha sık gelir, daha sık vakit geçiririm. Müzeden çıktıktan sonra iki saat yürürüm dedim ama yemedi; bir sırt çantam imanına kadar doldurduğum için artık sırtımı ağrıtıyor, iki hava oldukça sıcak ve gölgelerden gitsem de yine de etkiliyor, üç (ve en önemlisi) bira saatim geldi, şimdi Lange Jan kulesinin yakınlarında ‘Locaal 39’ diye bir mekanda buraya ait (Zeeland) tripel bira içiyorum, daha önce girmek istediğim birçok mekan saat 5’te kapattıklarını söyledi, açıkçası böyle saçmalık olmaz. Bira da aşırı güzelmiş, çalışan garson genç kadın öyle güzel öyle tatlı ki teyzeler ‘maşallah güzel kızıma tü tü tü!’ diyerek çıkıcam buradan. Grote Markt (Büyük Meydan) ve orada bulunan, Hollanda’nın ikinci güzel yapısı seçilen (acaba birinci ne bi ara onu araştırayım) Gotik Belediye Binası’nı göreceğim. Şimdi biramı içe içe önümden geçen insanları izleme zamanı.
17:51
Üf bira tabii ki çok güzel geldi, sabahtan beri fırfır geziyor, yürüyor, görüyorum, üçüncü yudumda zbank diye kafama vurdu tabii ki. Neyse burası da 6’da kapanıyormuş zaten, birazdan yoluma devam ederim. Hoş beş dakika önce toplam sekiz kişi dibimdeki masaya oturdu, kötü dövmeli, rezalet saç kesimli, tabii ki gerçek olmayan LV çantalı insanlar, onlara bakalım servis yapacaklar mı?
20:03
Götüm düştü artık. Ne güzel gün oldu ama, iyi ki gelmişim, canıma can geldi yemin ederim. Yalnız Stadhuis (Belediye Binası) gerçek bir yavru yaa, çok şahane bir bina gerçekten. Meydan ama o kadar etkileyici değil allaiçün, yani tabii ki güzel, sevimli falan da Bergen Op Zoom’un meydanı mesela şehre göre çok iddialı, Middelburg’un ara sokakları, merkez mahalleleri o kadar güzel ve bakımlı ki iş meydana gelince insan o kadar da etkilenmiyor galiba. Burada da çok temiz bir sekiz kilometre patlatmışımdır. müzeden Oostkerk'e giden ve kilisenin çevresindeki sokaklarda uzun uzun yürüdüm, şehir parkından geçtim (çok da etkileyici bi park değil ama park parktır) marinaya doğru uzanan sokaklarda su kenarındaki evlere baktım, meydan ve çevresini turladım, şehrin tarihi ve turistik kısmının biraz dışına çıktım. Şimdi marinaya doğru giden sokakların birinde suya inen merdivenlerde oturuyorum.
20:37
Bir koca yürekli Ozan trene binmeden önce ne yapar;, tabii ki bira içer. Stadsbrouwerij (Şehir birahanesi / biracısı diye çevirebiliriz) hem istasyona yakın, hem küçük meydanda açık havada oturabiliyorsunuz, hem de adı üstünde Middelburg’de üretilen biraları deneyebileceğiniz bir mekan. İnanılmaz tatlı bir genç kadın çalışıyor yine, hemen bi tripel ısmarladım, gölgede bi yandan tripel içiyor, hafif esen rüzgara bayılıyor, ayaklarımın ağrısını hissedip mutlu oluyorum. Çevremdeki masalarda oturan kim varsa hepsi tertemiz, mis gibi parfüm kokuyor. Buraya yürürken şehre artık akşam güneşinin turuncu ışığı düşmeye başlamıştı, onu görmek pek hoşuma gitti. Gündüz yürüdüğüm sokaklar ve meydanların çoğu bomboş, mekanların da (restoranlar hariç) çoğu kapalı. Burası da gece 10’a kadar açıkmış sadece. Deli bunlar.
21:46
Trendeyim, dönüyorum artık. Yerseke denilen, ismiyle her zaman dalga geçtiğim bi kasabaya yaklaşıyoruz. Yine binlerce tren değiştiricem, neyse ki tren boş, müziğimi açtım, dümdüz Hollanda’ya bakıyorum. Annem çok güzel bi fotoğraf yolladı, teyzem ve torunu ile, fıstık gibi gözüküyor valla, tatlı anneciğim. Sonra da Sibo fotoğraf yolladı, onlar da tüm aile Bodrum’da tatlıkuş gibiler, trene binmeden önce de Erim, Gökçe ve Gökçe ve Ahmet ile fotoğraf yolladı, onlar da fıstık gibiydi. Herkesin fotoğraf gönderesi gelmiş. Yerseke diye kasaba ismi mi olur ya?