Şehirde sondan bir önceki günüm. Uyanıp kendime gelmem biraz zaman aldı. Evden çıkıp bir şeyler yemeliyim önce, sonra metroya binip üniversite kampüsüne gideceğim. Kerli ferli adamın üniversite kampüsünde işi ne; işi üniversite kütüphanesinin dört cephesinde, toplam dört bin metrekarelik mozaik çalışmalarını görmek. Juan O'Gorman'ın ülkesine bıraktığı en etkileyici eserlerden birini görmek için sabırsızım. Önce karnımı doyuruyorum, bir önceki geceden mezcalleri tatlı tatlı yuvarlamışım, aç bir ayı gibi giriyorum mekana. İkinci gün de gittiğim La Casa De Toño'nun başka bir şubesindeyim. Masaya önce biram, sonra mis gibi guacamole geliyor. Ben guacomoleyi iştahla mideme indirirken çalışan genco 'flautas con quesillo' koyuyor masama. O kadar açtım ve hızla yedim ki fotoğraf bile çekmemişim. Yemeği bitirdiğim gibi çıkıyorum. Artık hazırım, hadi üniversiteye.
Copilco metro istasyonundan çıkıp gençler nereye gidiyorsa oraya doğru yürüyorum. 6-7 dakika sonra eğer muhteşem ispanyolcam beni yanıltmıyorsa Tıp Fakültesi kapısından girip üniversitede buluyorum kendimi. Haritaya bakınca kütüphane için biraz daha yürümem gerektiğini anlıyorum. Büyük, heybetli binaların olduğu kocaman bir kampüs burası. Biraz bana Eindhoven'daki teknik üniversitemizi andırıyor. Çünkü benzetmezsem ölürüm. Basketbol sahasını geçtikten sonra merdivenleri çıkarken kütüphane yavaş yavaş kendini gösteriyor. Kocaman başka bir çim alanı yürürken gittikçe yaklaşıyorum ona. Ağaçlık bir alan değil, güneş tepemde, içim de kıpır kıpır. Çocukluğumda okuduğum Disney ansiklopedisinin bir cildinde tüm Disney karakterleri, dünyanın önemli 20 başkentine yolculuk yapıyorlardı. O başkentlerden biri Mexico City idi. Ben ansiklopedinin o cildini o kadar severek okumuştum ki, bazı sayfalar, o soluk fotoğraflar hala zihnimde canlı. Mexico City'nin fotoğraflarından biri de işte bu kütüphane idi. Kahverengi, karman çorman, o kalabalık haliyle oldukça çirkin bulmuş, neden görülmesi gereken bir yere olduğuna anlam verememiştim. İşte şimdi o koca ve çirkin bina tam karşımdaydı. Artık onu çirkin bulmuyor ve ona hayranlıkla bakıyordum.
Yazının başında da belirttiğim gibi kütüphanenin dört cephesinde de bulunan duvar resimlerini (mozaikleri) Juan O'Gorman tasarlamış. Beyefendi, Meksika'nın orasından burasından topladığı milyonlarca renkli taşı kullanarak her cephede farklı bir hikaye resmetmiş. Tam bir deli işi. Kütüphanenin güney cephesine baktığınızda ülkenin kolonyal dönemine ait motifleri, kuzey cephesine baktığınızda antik dönemine ait simgeleri görüyorsunuz. Doğu duvarı günümüze ait, çağçıl dünyayı tanımlarken batı duvarıysa hem Meksika'ya hem de üniversiteye ait öğeleri barındırıyor. Binanın çevresinde bir hamster misali kaç kere dolandım bilmiyorum. Her baktığım cephede yeni bir ayrıntı, başka hayran olunacak bir motif gördüm. Kütüphanenin içine girip biraz kitap okudum, kahve alıp çimlerde yayıldım, öğrencileri izledim. El ele gezen lubunya genç çiftler vardı onlara imrenerek ve sevgiyle baktım. Bıraksan bütün günümü orada geçirirdim herhalde. Ama yola düşmem lazımdı, sırada Frida Kahlo'nun evinin (şu an müze pek tabii) olduğu Coyoacán var(dı) çünkü.
Coyoacán'a gitmek için yine metroya bindim ve semtle aynı ismi taşıyan metro istasyonunda indim. Rehberlerde ya da şehirle ilgili yazılarda merkeze gitmek için metro istasyonundan en az 20 dakika yürümek gerektiği belirtiliyordu. Yürümeye başladım ve bir süre sonra karşıma - içinden geçmek zorunda olduğum - bir alışveriş merkezi çıktı. Önce burun kıvırıp
bir güzel söylensem de biraz etkilendiğimi itiraf ediyorum. Mitikah Mall isimli bu AVM gerek serinliğiyle (üniversitede biraz piştim) gerek üstünde yayılabileceğiniz pek rahat oturma gruplarına sahip olmasıyla, gerekse etkileyici mimarisiyle biraz kalbimi çaldı. Benzetmezsem ölürüm ekolünün bir müridi olarak biraz İstanbul'daki Kanyon'a benziyor diyebilirim. Dayanamadım kendime bir şort da aldım hem. AVM'den çıktıktan sonra, Coyoacán'ın merkezine gitmeden önce görmek istediğim bir yer daha vardı: Cineteca Nacional de México. Burası 1974 senesinde yapımına başlanmış, şimdiki muhteşem haline 2011 senesinde kavuşmuş bir sinema / kültür merkezi. Bünyesinde 10 sinema salonu, ulusal film arşivi, kütüphane birbirinden güzel restoranları ve cafeleri barındırıyor. Çimlerinde dilediğinizce yayılabileceğiniz bir bahçesi de var. Ben üniversite sonrası sıcaktan ve yorgunluktan sersemlemiş halimle aldım buz gibi bir bira, oturdum çimlerde bir ağacın gölgesine, bir güzel dinlendim. Keşke daha önce keşfetseydim, burada bir de film izlemek isterdim. Mekanı da bu arada tesadüfen harita incelerken keşfettim. Baktım mimarisi pek hoş, hakkında yapılan yorumlar da oldukça olumlu, e bir de yolumun üstünde, e neden olmasın!
Dolu dolu geçen bu günün ilk yazısı şimdilik burada bitsin. Daha Coyoacán'ı gezeceğim, eve dönüp, giyinip süslenip konsere gideceğim. Daha yazacak çok şey var.