top of page

Yavrum ben Ermeniyim

Yazı yayınlanma tarihi: Temmuz 2016 (www.themahmut.com)

2012, Kasım ayının son haftası. Küçüklüğümden beri hayalini kurduğum Güney Amerika gezisine çıkıyorum sonunda; Amsterdam’dan Buenos Aires’e uçacağım, oradan Uruguay’ın başkenti Montevideo’ya feribotla geçeceğim, Montevideo’dan uzun bi otobüs yolculuğu ile de Brezilya’nın en güneyindeki şehirlerden biri olan Porto Alegre’ye düşecek yolum. Sonrası Sao Paulo ve Rio…


Buenos Aires’te anlatılması güç güzellikte bi beş gün geçirdikten sonra Montevideo feribotunun kalktığı iskeleye geldiğimde inanılmaz heyecanlanıyorum. Küçüklüğünde atlaslara bakarak uyumuş, dünyanın bütün ülkelerinin başkentlerini ezberlemeye hırslanmış bi kocakafayken nedense en çok Montevideo’ya güldüğümü ve onu merak ettiğimi hatırlıyorum. İsmi nedense çok komik gelirdi bana; şehirde binlerce video olduğunu düşünürdüm en salak halimle. Bütün bunlar aklımda, biraz kitap okuya okuya, biraz uyumaya çalışarak varıyorum Montevideo’ya. Şehrin işlek caddelerinden birinde bi otelde rezervasyonumu aylar önce yaptırmışım, otele doğru yürümeye başlıyorum valizimle. Hava fazlasıyla sıcak, kaldırımlar yamuk yumuk, şehir yokuşlu mu yokuşlu...


Otelin önünde geldiğimde “du içeri girmeden bi sigara içeyim” deyip çıkarıyorum çantamdan sigarayı, caddeye baka baka tüttürüyorum. Keyfim yerinde, içim neşe dolu, gözlerim fıldır fıldır dönüyor her ayrıntıyı yakalamak için. Binalara bak, ağaçlara bak, insanlara bak, caddeden iki dakikada bir geçen oldukça eski ve gürültülü otobüslere bak. Sigara bitiyor ve ben tam valizi elime alıp otele girecekken minicik yaşlı bi teyze geliyor dibime. İspanyolca bi şeyler soruyor bana; gülümseyerek, yavaşça, İspanyolca bilmediğimi söylüyorum İngilizce. Gülümsemeye devam edip meraklı meraklı bakıyor bana ve bi kaç saniye sonra devam ediyor yoluna. Ben valizi alıp –yeniden- otele girmeye hazırlanırken geri dönmeye karar veriyor, yanıma geliyor ve ağzından tek kelime çıkıyor soru niyetine:

-Americano??

Onunla İngilizce konuştuğum için ilk aklına gelen Amerikalı olduğum oluyor sanırım, sakince yüzüne bakıp, hiç İspanyolcam ile “no no…Turco” diyorum.

Bana daha da yakınlaşıyor ve kırık bir aksanla “e sen Türkçe konuşuyorsun o zaman” diyor. Ben şaşkın, kalakalıyorum karşısında. “Konuşuyorum tabi teyzecim” diyorum ve bunu dedikten sonra başlıyor bana sorular sormaya; neden Montevideo'dayım, Buenos Aires’i beğenmiş miyim, kaç yaşındayım, adım ne... Ablası Buenos Aires'te yaşıyormuş onu anlatıyor, oğlundan ve torunlarından bahsediyor. Hemen sonrasında, hayatımda hiç unutmayacağım o keskin an geliyor:


“Yavrum ben Ermeniyim.” diyor bana. Sesini alçaltarak. Seneler önce ailesinin Lübnan’dan göç ettiğini, Montevideo’da doğup büyüdüğünü ama evde hep Türkçe konuştuklarını, ailesinin anlattıklarını dinlerken ne kadar ürktüğünü usul usul anlatıyor. Ben gözlerim dolu dolu dinler gibi yapıyorum. Aslında dinliyorum ama kafam, yüreğimi ve içimi ezip geçen o ana saplanmış; 80 yaşlarında, Montevideo'da doğmuş büyümüş bi kadının, torunu yaşındaki birinin karşısında “yavrum ben Ermeniyim.” derken sesini alçalttığı o ana.

Hani iste oralı olduğum, oradan geldiğim için, ayni dili aramızdaki binlerce kilometreye rağmen konuşsak bile sesini alçaltıyor. Onun sesi alçaldıkça benim yüreğim daha çok acıyor.

Kısa bi süre susuyoruz karşılıklı, benim ağzımdan tek kelime çık(a)mıyor, sadece derin derin bakıyorum ona. İçim ezilmiş, gözüm dolu dolu bakıyorum bu garip tesadüf sonucu karşıma çıkan teyzeme. O da bana bakıyor ve sonrasında, bi anda konuyu değiştiriyor ustalıkla. Brezilya’da ne yapacağımı, nerelere gideceğimi soruyor, otelim hakkında yorum yapıyor; "eskidir ama temiz bi oteldir." diyor. Buenos Aires’te yasayan ablası için alışverişe çıkmış, ona bir şeyler alacakmış, ertesi gün oraya gidecekmiş. “Yarin Buenos Aires’e gitmeseydim seni yemeğe alırdım, benim evim buraya çok yakın” diyor tatlı tatlı. Nasıl teşekkür edeceğimi bilmez bi halde, hiç gerek olmadığını, şu kısacık konuşmamızın bile beni ne kadar mutlu ettiğini anlatmaya çalışıyorum elimden geldiğince.

Gözümün içine ışıl ışıl bakıp “güzel çocuksun sen güzel!” deyip yanaklarımdan öpüp hafifçe sarılıyor bana. “Hadi iyi tatiller” deyip yavaş yavaş, pıtpıt adımlarla yürümeye başlıyor. O, gözden kaybolana kadar bakıyorum ben de ardından. Bi süre sonra dönüp el sallıyor, ben de el sallıyorum ona.

Hüzün ve suçluluk ve özürle gülümsemeye çalışıyorum.

Not: Yazı fotoğrafı, Montevideo'da görür görmez aşık olduğum bir duvar resmi. Konuyla ilgisi olmasa da bana hep o teyzeyi ve şehirde geçirdiğim o iki güzel günü hatırlatıyor.


3 views
bottom of page